Kapısı polislerce çalındığında saat gece yarısını geçmişti. Önce Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sonra Ankara Esenboğa Havalimanı’na, apronda bekletilen ve sadece kendisi ile birlikte gözaltına alındığı arkadaşlarının bindirildiği uçakla Diyarbakır’a götürüldü. Oradan da polis helikopteri ile milletvekili seçildiği kentte…
Aynı apar topar çıkarıldığı mahkemece, hakkında daha önce verilmiş olan tutuklama kararı okunduktan sonra bu kez helikopter ile önce Van’a oradan yine özel bir jetle memleketine, Hakkari’ye en uzaktaki cezaevine götürüldü.
Cezaevindeki ilk gecesinde koğuş yerine sağlıklı insanın dahi hastalanabileceği revirde kaldı. Bir gün sonra ise tam 1890 gün tutuklu kalacağı koğuşuna götürüldü. Uzunca bir süre koğuşta tek başına kalsa da bir gece vakti duvara vurmasıyla ilk iletişim kurduğu kişi, koğuş arkadaşı oldu. O ses tanıdık bir sesti. Birkaç ay sonra tek kaldığı koğuş, o günden sonra ortak alanları oldu.
Bir sonbahar gecesinde girdiği cezaevinden soğuk bir kış günü, 6 Ocak 2022’de tahliye oldu. HDP Hakkâri eski Milletvekili Abdullah Zeydan, Artı Gerçek'ten Hayri Demir'in sorularını yanıtladı:
4 KASIM 2016 GECESİ
Çok zaman geçse de birçoğumuz o gece, gözaltına alındığınız gece neler yaşandığına dair ayrıntıları bilmiyoruz. İlk olarak o geceden başlayalım. 4 Kasım gecesi neler yaşandı?
4 Kasım 2016’da açıkçası halkın iradesine milletin iradesine bir darbe yapıldı. Milyonlarca halkın oyuna layık olmuş siyasetçiler bir darbe ile rehin alındı. Ben de o süreçte eş genel başkanlarımızla birlikte rehin alınan vekiller arasındaydım.
Ankara’ya da yeni gelmiştim. Annem ağır bir beyin kanaması geçirmişti. Onu görmek için Ankara’ya gelmiş, bir gün sonra sabah tekrar Hakkari’ye dönecektim. Orada bir ailemiz çok ağır bir trafik kazası geçirmişti. Tez ailesinden beş yurttaşımız hayatını kaybetmişti. Onların taziyesine gidecektim. Fakat o gece maalesef, saat 1’de ben de rehin alındım.
Gözaltına alındıktan sonra ilk olarak Ankara emniyetine götürüldüm. Açıkçası bu kadar geniş kapsamlı bir operasyon olduğunu bilmiyordum. Çünkü polisler eve girer girmez, telefon kullanamama hiçbir şekilde izin vermediler. Eşime, İdris başkanı (İdris Baluken’i kastediyor) aramasını, bilgi vermesini söyledim. Emniyete götürüldükten sonra Sırrı Süreyya vekilimizi (Sırrı Süreyya Önder) getirdiler, sonra eş başkanımız Figen başkanı (Figen Yüksekdağ) ve en son İdris vekilimizi getirildi.
Sabah 4-5’e kadar orada tutulduk. Daha sonra havaalanına götürdüler. Özel bir uçak ile Diyarbakır’a götürdüler. Uçaktan indirildikten sonra benle birlikte Selma vekilimiz, (Selma Irmak), Leyla vekilimiz (Leyla Birlik) ve Nursel vekilimizi (Nursel Aydoğan) polislere ait bir helikoptere bindirdiler. Önce Şırnak’a götürdüler, oradan da benle Selma vekili Hakkari’ye götürdüler. Aynı gün önceden belirlenmiş talimatlarla her şeyin önceden planlandığı, özel uçaklar, helikopterlerin hazırlandığı, savcılık ve mahkeme kararların da bir hazır edildiği bir süreçle tutuklandık. Bu kez tekrar helikopter ile Van’a götürdüler.
Tabii bize Kandıra Cezaevi’ne götürüleceğimiz söylendi. Avukatlarımız ve ailelerimize o şekilde bilgi vermiştik. Fakat uçağa bindiğimiz pilotlar, bir anda Çorlu Havaalanı’na götürüleceğimizi söyledi. Pilotlar bunu söyleyince yanımızdaki polisler de şaşırdı: “Biz Sabiha Gökçen’e gidecektik.” Dediler. “Hayır, Çorlu’ya gideceğiz” dediler. Biz de Selma vekilimizle Silivri Cezaevi’ne götürüleceğimizi düşündük. Fakat havaalanına inince benle Selma vekili de ayırdılar.
Tabii nereye götürüleceğimizi söylemiyorlardı. İki polis arabası eşliğinde yola çıkınca artık tabelalardan Trakya bölgesindeki bir cezaevine götürüleceğimi düşündüm. Sabaha karşı 4 gibi Edirne Cezaevi’ne götürüldüm.
BİZİ YAŞADIĞIMIZ KENTTEN EN UZAK YERE GÖTÜRDÜLAR
Türkiye’nin bir ucundan diğer ucundaki bir cezaevine apar topar götürüldünüz? Sizce neden bu kadar uzaktaki bir cezaevi?
Ben Hakkari milletvekiliydim, Selahattin başkanımızın (Selahattin Demirtaş) ailesi Diyarbakır’da yaşıyordu. Bizi yaşadığımız kentten en uzak yere götürdüler. Muhtemelen halkımızla bağımızı koparmak, halkımızla ilişkimizi kesmek adına bizi Türkiye’nin en uç noktasına götürdüler.
İlk kez tutuklanıyordunuz, cezaevi girişinde o ilk saatlerinizde neler hissettiniz?
Tutuklanacağımızı biliyorduk, buna kendimizi de hazırlamıştık. Cezaevine girerken de bu böyleydi. Bu yüzden büyük bir şok yaşamadım. Sonuçta haklı olduğumuzu biliyorduk. Siyasi bir operasyondu; adalet ya da hukukla alakalı değildi. Haklı olduğumuz için halkımızın da desteğiyle bir gün girdiğimiz o kapıdan çıkacağımızı da biliyorduk.
Biz kendi şahsımıza yapılan darbeden çok halkımızın iradesine yapılan bu darbeden dolayı üzgündüm. Şahıslar bizdik, fakat bu adaletsizlik halkımıza ve iradesine karşı yapılmış bir darbeydi.
Beni koğuşa değil, revire aldılar geçici olarak. Fakat revir çok kirliydi. Orada güya tutsakların iyileşmesi için bir ortam yapılmış ama sağlıklı olan kişinin dahi hasta olabileceği revirdi.
Odada uzun zamandır kullanılmadığı belli olan bir televizyon vardı. Ben muhtemelen çalışmaz diye düşünüyordum ki açtığımda çalıştı. Sabah haberi izlerken Selahattin başkanın da Edirne’ye getirildiğini öğrendim.
Birkaç gün orada kaldıktan sonra normal koğuşa götürdüler. Fakat benim Edirne cezaevine götürüldüğümden ailemin haberi olmamış. Ben Kandırı cezaevine götüreceğim diye bilgi vermiştim. Ailem ve avukatlarım iki gün boyunca beni aramış. Biz Cuma gecesi rehin alındık. Cumartesi sabah avukatlar, Selahattin başkanı ziyarete geliyor. Fakat benim orada olduğumu bilmiyorlar. Pazartesi günü sonra öğrendikten sonra avukatlar görüşe geldiler.
DUVARA VURARAK HABERLEŞİYORDUK
Selahattin Demirtaş ile aynı cezaevindeydiniz, fakat birlikte kalmanıza izin verilmedi. Uzunca bir sürede bu talebiniz karşılık bulmadı. Ne zaman karşılaştınız, ilk iletişiminiz nasıl oldu?
Benim adresim, B-1 Blok No: 38 olarak geçiyor. Selahattin başkanın B-2 Blok 40 numara. Ben iki bloğun birbirine uzak yapılar olduğunu, dolayısıyla birbirimize uzak diye düşünüyordum. Fakat öyle değilmiş. Aslında koğuşlarımız sırt sırtaymış, aramızda sadece bir duvar varmış. Biz bunu bilmiyorduk.
İlk kez tutuklanmamızın 20’inci günde avukat görüş yerinde birbirimizi gördük, ama arada cam olduğundan sadece selamlaşabildik.
Bir akşam ben koğuşta kitap okurken, yanılmıyorsam 25’inci gündü; birinin duvara vurduğunu hissettim. Ben de vurdum. Benim koğuşun penceresi batıya bakıyor, Selahattin başkanın ki ise doğuya bakıyormuş. O, o gün öğreniyor koğuşlarımızın sırt sırta olduğunu… Duvara vurduktan sonra bir ses duydum. Ben de pencereyi açtım, birinin bana “Abdullah arkadaş” diye seslendiğini duydum. Sesi de çok iyi duymuyorum. Ben de cezaevindeki tutsaklardan biri diye tahmin ettim, karşılık verdim. Şöyle bir şey söylediğini zannettim; “Selahattin başkan nasıl?”, ben de “iyi” diye yanıt verdim. Ardından biraz daha sesini yükselterek, biraz da kızar gibi (gülüyor) “Benim ben Selahattin” dedi. İlk defa orada sesini duydum. Sonra öyle her gece uyumadan önce duvara vurup, birbirimizin iyi olduğunu öğrenip öyle uyuyorduk.
40’inci gün ortak faaliyette bir araya geldik. O da kütüphanede sohbete çıktık. İlk kez orada birbirimize sarıldık, sohbet edebildik. 57’inci günde de birlikte kalma talebimize olumlu yanıt verildi, kendisi benim bulunduğum hücreye geldi.
F TİPLERİ HİSLERİ ORTADANA KALDIRMAYA YÖNELİK TASARLANMIŞ
Az önce revirden bahsettiniz, burada iletişimin zorluğundan. Aslında cezaevleri aynı zamanda yoğun ihlallerle gündemden düşmüyor. Hazır bunu koşuyorken, cezaevlerindeki ağır ihlalleri sorarak devam edelim.
Özelikle F tipi cezaevleri, insanı kimliksizleştirmeye çalışan, duygularını, hislerini ortadan kaldırmaya yönelik şekilde tasarımlanmış. Öncesinde de baskılar vardı, fakat son beş altı yıllık süreçte tavan yapan yaklaşımlar yaşanıyor. Hükümetin yaklaşımları oradaki yöneticilere de yansıyor.
Arkadaşlarımız, ilerleyen yaşlarına ve hasta olmalarına rağmen tahliye edilmiyor. Sayın Aysel Tuğluk ve onun gibi binlerce arkadaşımız, “cezaevinde kalamaz” raporlarına rağmen keyfi bir şekilde tahliye edilmiyorlar. Siyasi tutsaklara karşı böyle bir yaklaşım varken, öbür tarafta suç örgütü liderleri, katiller 20 yıl cezaları kalmalarına rağmen tahliye ediliyorlar.
Bugün zindanlarda büyük bir zulüm var. Bununla birlikte zindanlarda büyük bir direniş de var. Bu halkın çocukları çok ağır yaptırımlara maruz kalmalarına rağmen halkının onurunu incitmiyor. Barış ve demokrasi mücadelesi yürüten bir gelenekten geliyoruz. Elbette ki zorluklar yaşadık. Ama bunların çok da dışarıya yansımasını istemedik. Türkiye cezaevlerinde şu anda büyük bir zülüm var. Büyük bir adaletsizlik, haksızlık var. Cezaevleri artık işkence haneye dönüşmüş.
Aslında bir yönüyle cezaevi üretim alanlarına dönüştürülüyor. Tutuklanan birçok siyasetçi de böylesi üretimlerle, tutukluluğa karşı bir yanıt ortaya koyuyor. Sizin oldu mu böylesi çalışmalarınız?
Bizim geleneğimizden gelen bütün arkadaşlar cezaevlerini bir üretim alanına çeviriyorlar. Elbette bu süreci bende çok verimli geçirdim… Henüz kitaplaştırmasam da öykü hikâye tarzında çalışmalarım oldu. Üç şarkı sözü yazdım, besteledim. Selahattin başkan sayesinde bağlama çalmayı da öğrendim.
Cezaevinden çıkıp Türkiye’ye dönelim. 5 yıl 2 ay tutuklu kaldınız. Tutuklandığınızda nasıl bir Türkiye vardı, tahliye olduktan sonra nasıl bir Türkiye ile karşılaştınız?
Biz tutuklandığımızda da çok demokratik, özgürlükçü bir Türkiye yoktu. Fakat bu süreçte demokrasinin, insan hakları ve adaletin daha da kalan kırıntılarının da ortadan kaldırıldığına şahit olduk. Türkiye’de eskiden adalet vardı diyemeyiz. Fakat bu süreçte her şey daha da kötüye gitti. Şu anda hukuktan ve adaletten söz etmek mümkün değil.
Şunu biliyorduk, evet Türkiye’de bu süreçte daha kötüleşen bir durum var. Bunun farkında olarak dışarıya çıktım.
Bu yönüyle de halkımız ile bağımız kopmadı.
CHP'NİN SÖYLEMİ OLMASAYDI AKP'NİN BU DENLİ SİYASİ DARBE YAPACAĞINI TAHMİN ETMİYORDUM
Tutukluluğunuz kritik adımı CHP’nin “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” tavrı sonrası kaldırılan dokunulmazlıkla başladı. Siz o destek verilmemiş olsaydı, sizler tutuklanır mıydınız? Yukarıda bahsettiğiniz gibi daha da kötüye giden bir Türkiye ile karşılaşmamış olabilir miydik?
O süreçte CHP’nin söylemi olmasaydı, AKP’nin bu denli siyasi bir darbe yapacağını tahmin etmiyordum. AKP ve yandaş medyası bizi hedef yapıyordu, dokunulmazlıklarımızın kaldırılarak tutuklanmamız için bir gayretleri vardı. Fakat buna cesaret edemiyordu. Çünkü kolay bir şey değil; yani bugün AKP’nin algısıyla bu sanki normalmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor fakat Türkiye siyasi tarihi açısından çok utanç verici bir durumdur.
CHP açısından da tarihsel olarak, bu utanç onların üzerinde de kalacaktır. Fakat bugün geldiğimiz noktada, takip ettiğimiz kadarıyla CHP’nin o zamanki tavrından CHP’nin bir pişmanlık duyduğunu, hata yaptığını CHP’liler de kabul ediyor.
Peki bu yeterli mi, yani ciddi mana da bir özeleştiri yapması gerekmez mi?
2017 referandum sürecinde, bu ülkede rejim değişti. Bu ülkede tek adam rejimi inşa edilmeye başlandı ve o gün ilk adımları atıldı. CHP’nin o günkü tutumuna baktığımızda, yani dokunulmazlıklarımızın kaldırılması süreci hem ondan sonraki rejim değişikliğine giderken ki tutumu aslında CHP’nin AKP’nin politikalarına, Türkiye’yi karanlığa götürecek, demokrasinin, adaletin kırıntılarını da ortadan kaldıracak bütün o adımlara CHP’nin payende olduğu, alet olduğu bugün çok daha net görülüyor.
Bizim dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasının altındaki en önemli nedenlerden birisi, bu rejim değişikliğine gidilen yolda bir yol temizliğiydi. Çünkü en direngen parti bizdik. AKP de bunun farkındaydı. Bu süreçte karşısındaki en dinamik güç HDP idi. HDP’yi bu şekilde tasfiye etmeye çalışarak, tabiri caizse bir taş da iki kuş vurmak istedi.
Maalesef CHP bütün bunlara alet oldu. Nihayetinde referandum süreci de hilede olsa rejim değişikliği oldu.
CHP’ye yönelik eleştirilerimle birlikte CHP’nin bu son dönemde küçük de olsa kurumsal değişimini de önemsiyorum. Bazı pratik adımların ortaya atılması hem CHP adına hem muhalefet adına hem de Türkiye’nin geleceği adına olumlu gelişmelerdir. Bir özeleştirisel yaklaşımdır. Bununla birlikte “helalleşme” çağrısı bugüne kadar hep uzak durduğu, muhafazakâr kesime yaklaşımı, Kürtlere yaklaşımı, toplumun ötekileştirilen kesimlerine karşı daha duyarlı davranması kıymetlidir. Ama yetersizdir.
DEMOKRASİ İTTİFAKI
Peki CHP’nin de dahil olduğu altılı masanın tutumu, çünkü bir yandan ortaklaşmayı savunurken bir yandan partiniz ile mesafeli hatta yan yana durmak istemeyen bir yapıdan bahsediyoruz.
Geçen sene partimiz bir tutum belgesi ortaya koydu. Bizim herhangi bir ittifakın içerisinde bizim yer alma isteğimizin olmadığını hem eş genel başkanlarımız hem kurumsal olarak partimizin yönetim organları bu yaklaşımı açıkladı. Bizim ne Millet İttifakı içerisinde ne Cumhur İttifakı içerisinde bulunma gibi bir talebimiz yok.
Bizim Demokrasi İttifakı olarak, Türkiye’de demokratik özgürlükçü bir anayasa çerçevesinde birlikte özgür ve eşit yaşamı, Türkiye halklarına armağan edecek demokratik bir cumhuriyeti inşa etme hedefimiz var. Dolayısıyla bizim altılı masa diye tabir edilen partilerle bir arada olma talebimiz yok. Fakat arkadaşlarımızın dile getirdiği gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde herhangi bir ittifakın bizim açıkladığımız tutum belgesine değer verdiğini, oradaki demokratik ilkeleri seçildikten sonra hayata geçireceğini seçimlerden önce deklare etmesi halinde parti kurullarımız, halkımız oturur bir karar alırlar. Bu yaklaşımın Cumhur İttifakı içerisinde olmadığı açık. Cumhur İttifakı, bizi siyaseten yok etmeye, ortadan kaldırmaya çalışan, her gün arkadaşlarımızı tutuklayan, kumpas davalarıyla kapatmaya çalışan bir ittifaktır. Muhalefet ise eğer bizim bu tutum belgemize değer verdiğini deklare ederse, partimiz de bunu değerlendirecektir.
TOPLUMSAL BARIŞI YARATMANIN YOLU KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜDÜR
Türkiye’de en önemli sorunların başında toplumsal barış yatmaktadır. Bunun yolu da Kürt sorunun çözümüdür. Maalesef yüzyıldır asimilasyoncu, inkârcı bir yaklaşım ile bu sorunun şiddetle çözümünde ısrar eden bir anlayış ile karşı karşıyayız. Geldiğimiz noktada Kürt sorununun barışçıl ve diyalog ile çözülebileceği, insanların hayatlarını kaybetmeden sorunun çözümün mümkün olduğu gerçekliği var. Dolayısıyla bizim altılı masaya önereceğimiz, eğer gerçekten cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma noktasında ciddilerse, toplumun her kesimi ile kucaklaşmak ve bu cumhuriyeti ortak cumhuriyet yapma niyetleri varsa HDP buna hazırdır. HDP seçmeni buna hazırdır. Bizim derdimiz Türkiye’nin demokratikleşmesidir, toplumsal barışın inşasıdır.
Altı aya yaklaştı tahliyeniz, siyasetten uzak durmadınız ki Kobanê yargılamasını da birkaç kez duruşma salonunda takip ettiniz. Bundan sonra siyasete de aktif şekilde devam edeceğinizi anlıyorum.
Ben 10 yıl önce HDP’nin öncülü olan BDP’ye katıldım. O günden bugüne kadar çok zorluk çekmemize rağmen çok büyük bir onur yaşıyorum. Böylesi bir mücadeleyi yürüten halkımızla birlikte olduğum için, bu onurlu mücadeleyi yürüten insanlarla birlikte olduğum için. Bu mücadele çok kutsal bir mücadeledir. İyi ki de böylesi onurlu bir mücadeleyi yürüten insanlarla birlikteyim. Partimiz hangi görevi layık görürse, o görevi gururla yerine getiririz. Bizim mücadelemiz bir makam mücadelesi değil. Bu mücadelenin parçası olmak zaten en büyük makamdır. Halkımızla birlikte olmaya, partimizle birlikte olmaya devam edeceğim.
Aslında daha hakkınızda tahliye kararı verilmişti, fakat daha cezaevinde çıkmadan mahkeme deyim yerindeyse bu kararından vazgeçti. Tutukluluğunuz devam etti. Tahliye kararı sürpriz oldu mu?
Biz siyasi rehinelerdik, siyasi rehine olarak tutuklandık. Hala binlerce arkadaşımız da siyasi rehine olarak tutuluyor. Hiçbir arkadaşımızın davası hukukla yürütülmüyor. Bunu siz Kobanê kumpas davasını birebir takip ettiğiniz için de biliyor ve görüyorsunuz. Biz halkın iradesiyle seçilen milletvekilleriydik. Bizim tutuklanmamız bile gerekirdi. Beş yıl sonra serbest bırakılmam, bana bahşedilen bir şey değil. Bizim özgürlüğümüzden çalındı. Temsil ettiğimiz halkımızın iradesine hakaret edildi. Bu siyasi bir süreçti. İlk günden itibaren söyledik; tahliye kararımız halkımızın elindedir. Biz “Çöktürme Planı” kapsamında tutuklandık. Nitekim tahliyemizde lütuf olmadığı için sürpriz olmadı.
TUTUKLANACAĞIMIZI BİLİYORDUK
Sormak istediğim çokça soru, merak ettiğim birçok husus var. Fakat yayınımızın da sonuna geliyoruz. Başka programlarda soramadığım soruları sorma fırsatı bulabilirim ama cezaevindeyken en çok neyi özlediğinizi sorarak yavaş yavaş bitirmek istiyorum.
Ben Colemêrg’i (Hakkâri) çok özlüyordum. Tutuklanacağımızı biliyorduk. Bazı öneriler de aldık, yurtdışına çıkmam noktasında. Küçük de olsa şöyle bir ihtimali hep göz önünde bulundurdum; yurtdışına çıkarsam bir daha Hakkari’yi göremeyecektim. Hükümetin ne kadar adaletsiz olduğunu da biliyordum. Tabi ki çok uzun süre kalacağımızı tahmin ediyordum. Fakat bir gün yine Hakkari’yi, Şemdinli’yi Yüksekova’yı göreceğimi umut ediyordum.
Fakat mesele artık bizim özlemimiz değil, bugün zindanlarda tutulan arkadaşlarımızın da özlemleri var. Hayalleri var. Biz o arkadaşlarımızın da sürgündeki arkadaşlarımızın da bu özlemlerini sonlandırmak adına daha fazla mücadele etmeliyiz. Halkımızın emeğiyle büyük okyanusları aştık. Şimdi önümüzde küçük dereler kaldı, bu dereleri de halkımızla birlikte aşıp Türkiye halklarına birlikte özgür ve onurlu bir yaşamı armağan edeceğiz.
Son olarak beste ve söz yazdığınızı söylediniz. Mümkünse bizim aracılığımızla paylaşmanızı rica ederek bitirelim.
Bir gün bağlamam eşliğinde hem çalıp hem söyleriz. Biliyorsunuz biz çaldığımızı söyleyebiliyoruz, onlar çaldıklarını söyleyemiyor bile. (Gülüyor.)