Deprem sonrası yaşanan büyük insani krizin sebebi olarak aşırı merkezileşen yönetim sistemini işaret eden HDP Sözcüsü Ebru Günay, yerel yönetimlerin güçlü olduğu bir idari ve siyasi sisteme ihtiyaç olduğunu ifade etti ve partisinin çalışmalarını anlattı.
‘GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEYENLERİN YARATTIĞI YIKIM, DEPREMDEN FAZLA OLDU’
HDP’nin çalışmalarının engellenmesini ve koordinasyon merkezlerine kayyım atanmasını değerlendiren Günay, “iktidarın depremzedelerin yaşamları pahasına HDP’yi engellemeyi tercih ettiğini” söyledi. Depremin ilk gününden bu yana bölgede olan Günay’ın yanıtları şöyle:
6 Şubat’ta gerçekleşen Maraş merkezli depremlerin hemen ardından bölgede çalışmalara başladınız. Genel tabloyu nasıl tarif edersiniz, tanıklıklarınız neler?
Normale dair algılarımız, yaşama dair tariflerimiz yerle bir oldu. Görevlerini yerine getirmeyenlerin yarattığı yıkım, depremden fazla oldu. Gördüklerim, duyduklarım beni derinden sarstı. İlk günlerden beri başta Maraş olmak üzere hemen her yere gitmeye çalıştık. “Devlet yok” halkın ağzından çıkan anlık bir öfke değil. Binlerce köy, mahalle, ev kaderine terk edildi. Binlerce insan zamanında müdahale edilmediği için yaşamını yitirdi. Dinlediğimiz bazı hikayeleri belki yıllarca anlatamayacağız. Çünkü tarifi zor.
‘İLK MÜDAHALE NEREDEYSE YOKTU’
Özellikle ilk günlerde kurtarma ekiplerinin zamanında gelmediği yönünde eleştiriler vardı. Sizin gözlemlediğiniz eksiklikler neler oldu?
İlk müdahalenin neredeyse olmadığı bir deprem deneyimine hep beraber şahitlik ettik. Oysa Türkiye aktif deprem hattında ve geçen yüzyılda, ortalama on yılda bir büyük deprem gerçekleşmiş. Görünen o ki hiçbir şey öğrenilmemiş. Ülke siyasi rejim ve idari sisteminin aşırı merkezileştirilerek çürümüş hale getirilen yapısı, karar alma sürecinin uzamasına ve uygulamanın gecikmesine neden oldu. Bu gecikmeye koordinasyonsuzluk, kurumsal kapasitenin yetersizliği gibi olumsuz tabloyu derinleştiren gelişmeler eklendi.
‘DOĞAL FELAKET AFAD ELİYLE DAHA BÜYÜK FELAKETE DÖNÜŞTÜ’
Bu süreçte iktidar, çabasını arttırarak tahribatları azaltmak yerine öfkeli maskesiyle defter tutmaya, sosyal medyayı yasaklamaya ve OHAL ilan etmeye yöneldi. Depremin yaralarını saran gönüllü desteklerini ve sivil, siyasi yapıların çalışmalarını engellemeye çalıştı. Yardımlar, lağvedilmesi ve tüm yetkililerinin yargılanması gereken AFAD’ın iznine bağlandı. Doğa olayıyla yaşanan felaket, AFAD eliyle daha büyük bir felakete dönüştü.
‘DAYANIŞMADAN KORKAN BİR İKTİDAR VAR’
Buna rağmen çok büyük bir çaba, emek var ortada. Gönüllüler, STK’lar ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar fakat çoğu yerde tek engel yine devlet. Dayanışmadan korkan, insanların birbiri ile temas edip yaralarını sarmasından korkan bir iktidar var. Niye? Çünkü tüm sermayesi halkların, sınıfların, farklı kesimlerin kutuplaşması üzerine.
‘İKTİDAR DEPREMZEDELERİN YAŞAMLARI PAHASINA HDP’Yİ ENGELLEMEYİ TERCİH ETTİ’
HDP olarak pek çok yerde kriz koordinasyon merkezi ve yardımların toplandığı depolar kurdunuz. Ancak partinizin depolara ve merkezlere giden yardım tırlarına el konuldu, kriz koordinasyon merkezlerine de kayyım atandı. Bu süreç nasıl gelişti?
Deprem bölgelerinde kurduğumuz kriz koordinasyon merkezleriyle birçok yarayı sarmaya, depremin tahribatlarını en aza indirmeye çalıştık. Kent merkezlerindeki yıkımın büyüklüğünü biliyorduk. Çalışmalarımızı bu ciddiyetle sürdürdük. HDP’nin organize ettiği yardımların iyileştirici etkisi ve önyargıları parçalayan niteliği, devleti depremzedeler açısından bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Ya HDP’nin yardımlarına izin verip depremin negatif etkilerinin azalmasını sağlayacaktılar ya da depremzedelerin kötü etkilenmesi pahasına HDP’nin çalışmalarını engelleyerek daha önce oluşturdukları önyargıların kırılmaması için mücadele edeceklerdi. İktidar depremzedelerin yaşamları pahasına HDP’yi engellenmeyi tercih etti.
‘İKTİDARIN BİLDİĞİ TEK ŞEY FİYAT BİÇMEK’
Bu kesif kötülüğü tüm halklar görmelidir. Bile isteye herkesin aleni şekilde olumsuz etkilendiği bir kıyametin içinde derdi kayyım atamak, dayanışmaya el koymak. Devletin her kurumuna yerleşmiş bu iktidar aklının insan veya yaşam ile bir ilgisi yok. Adını net koyalım: Yaşam karşıtıdır. Her şeye dair bildiği tek şey fiyat biçmektir. Madende ölüyoruz fiyat biçiyor, Roboskî’de ölüyoruz fiyat biçiyor, sel-yangınlarda ölüyoruz fiyat biçiyor, depremde enkaz altında iken evimize ve bedenlerimize dair fiyatı konuşuyor. ‘Neden böyle, nasıl önlerim’ yok. Bunlar, yaşamın değerini azaltıp eşyanın ederini yükseltenlerdi .
‘MERKEZİYETÇİLİK FELAKETLERE DAVETİYE ÇIKARMAKTIR’
6 Şubat’tan bu yana başta partiniz olmak üzere tüm muhalefet partileri yönetim mekanizmalarının merkezileşmesini, yetkinin tek merkezde toplanmasını eleştirdi ve depremin yarattığı büyük yıkımı buna bağladı. Merkeziyetçi yönetim sistemi deprem sürecini nasıl etkiledi?
İktidarın kar hırsına dayalı, toplum karşıtı, sermaye dostu politikaları ve uygulamaları depremin tahribat düzeyiyle doğrudan ilişkili. Çünkü yönetim dediğimiz şey, güç biriktirme yeri değil, toplumsal ihtiyaçları düzenlenme alanıdır. Türkiye halkları tek bir merkezden yönetilemeyecek kadar çeşitli, coğrafyası da geniş bir alanı kapsıyor. Merkeziyetçilik felaketlere davetiye çıkarmaktır. Her toplumsal ve siyasal olayda merkeziyetçiliğin kötülüklerini yaşıyoruz. Doğa olaylarında geç kalan müdahaleler, aşırı güç tahkimiyle toplumun nefessiz bırakılması, toplumsal gerilimlerin artırılması gibi birçok olgu, aşırı merkeziyetçiliğe bağlanıyor. Bu gerçek, 6 Şubat depremleriyle kendisini bir kez daha hatırlattı. Binlerce insanımızın kaybına ve yaralanmasına, yıllarca kapanmayacak yaraların ve tahribatların ortaya çıkmasına neden oldu. Bir deprem ülkesinde yaşanan doğa olaylarında felaket yaşanırsa sebebi doğa olayı değil, yetersiz ve yanlış önlemler ve siyasi-idari sistemlerdir.
‘YERE GÖĞE SIĞDIRAMADIKLARI TEK ADAM REJİMİNİN BECERİKSİZLİĞİNİ GÖRDÜK’
Bu kapsamda biz, siyasi ve idari sistemin farklı şekilde kurgulanmasını öneren tek siyasi parti olarak, bu kahreden depremle birlikte üzüntüyle de olsa bir kez daha haklı çıktık. Yere göğe sığdıramadıkları tek adam rejiminin beceriksizliğini, merkezi devlet yapılanmasının nasıl hantal bir mekanizma olduğunu gördük. Hatırlayın, başkanlık rejimi için temel argüman ‘her şeyi daha hızlı’ yapmaktı. Fakat hızlı olan tek şey daha çok ölüm oldu.
‘YEREL YÖNETİMLERİN GÜÇLÜ OLDUĞU BİR İDARİ VE SİYASİ SİSTEME İHTİYAÇ VAR’
Nasıl bir sistem olmalı ki benzer olaylarda daha az yıkım yaşansın, kriz yönetilebilsin?
Deprem sonrası yaşanan insani krizi tek bir merkezden yönetmenin mümkün olmadığını gördük. Yerel yönetimlerin güçlü olduğu bir idari ve siyasi sisteme ihtiyaç var. Yerinden yönetimi esas alan, iktidarı değil yaşamı, doğayı ve toplumu merkeze koyan bir sistemi inşa etmeliyiz. Merkezden özerk ve yerinden yönetimi esas alan bu yönetim modeli hem gündelik yaşamın doğa olaylarından daha az etkilenmesini hem de olağan dönemlerde toplumsal yaşam ve erkler ayrımının düzgün işlemesini sağlayacaktır. Merkezle yerel arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemek, yaşamın devletten özerkleşmesi ve toplumun kendisini örgütlediği bir düzenin var edilmesini getirecektir. Özerklik, hayatın her alanında olduğu gibi siyasal sistemlerde de toplum için var olma direnci ve kapısıdır.
‘HAYATİ BİR DENEYİM’
Merkeziyetçilik meselesini sadece ‘siyaset’ üzerinden düşünmemek gerekiyor. Depremde haberleşmenin çökmesi ile gündeme gelen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nu (BTK) düşünelim. Bu kurum tekelleşiyor. Çünkü BTK “altyapı tasarrufu” adı altında uydurma gerekçeyle altyapının çoklu olmasını engelliyor. Sonuçları ortada. Demek ki merkeziyetçilikte ısrar, bir aklı temsil ediyor. Bakın mahalle meclisleri, yurttaş dernekleri, örgütlülükleri olan yerler en hızlı tepki verip harekete geçen yerler oldu. Bu çok hayati bir deneyim.
‘YERİNDEN YÖNETİMİ ESAS ALAN ÖZERK MODELLERE YOĞUNLAŞILMALI’
Korkunç bir musibet olarak deprem ve katı-despotik merkeziyetçilik, Türkiye tarihine büyük bir kara tabloyu daha yerleştirdi. Bu musibetten bir hayır çıkarmak adına Türkiye’deki tüm toplumsal kesimlerin aşırı merkeziyetçiliği tartışmaya başlaması ve yerinden yönetimi esas alan özerk modellere yoğunlaşması gerekiyor.
‘OLASI MARMARA DEPREMİ EKONOMİK ÇÖKÜŞÜ KORKUNÇ BOYUTLARA TAŞIYACAKTIR’
Depremin Türkiye’ye maliyeti konusunda farklı hesaplamalar yapılıyor. Bu maliyetin topluma yansımaması için neler yapılması gerekiyor?
Türkiye’deki siyasi-idari mimarinin, aşırı merkeziyetçiliğin ekonomideki riskleri de arttırdığını görüyoruz. Bölgeler arası yatırım eşitsizliğini örgütleyen bugüne kadarki iktidarlar, bölgeyi ve Doğu Karadeniz’i geride bıraktırdı. Marmara Bölgesi'ne yoğunlaşan bir yatırım ve kalkınma projesinin üzerinde durdular. Bugün Marmara depremi konuşuluyor. Türkiye ekonomisi yüzde 60 oranında Marmara’da, ekonomik can damarları burada. Marmara büyük depremlerin tehdidi altındayken, burada olacak felaket ekonominin çarklarını durdurur. Bunları da 5-10 senede düzeltemezsiniz. Oysa sanayiyi Marmara yerine Anadolu’ya yaymak gerekiyordu. Fakat yapılmadı, tek noktaya yoğunlaştırıldı. Umut ediyoruz ki, hiçbir zaman bu deprem yaşanmaz ama büyük bir depremin yaşanması durumunda ekonomik çöküş korkunç boyutlara varacaktır. Yani merkezden örgütlenen, yerinden yönetimi esas almayan yaklaşım, her alanda çöküşü çağırmaktadır.
‘ACİL İŞLER VE AFET KOMİSYONU KURACAĞIZ’
HDP olarak depremin zamana yayılacak etkilerini azaltmaya yönelik çalışmalarınız olacak mı?
Bu tarihsel deneyimden edinilen bilgi ile ve toplum psikolojisinin farkında olarak ilk ve acil desteklerden sonra yeni kampanyalarla orta ve uzun vadeli dayanışmanın yollarını açmaya başladık. “Bizler Dayanışmaya” kampanyamız ve Gençlik Meclisimizin “Yaşam Zinciri” kampanyası başta olmak üzere çeşitli planları hayata geçirme ve tasarlama çalışmalarımız devam ediyor. İlk MYK toplantımızda Acil İşler ve Afet Komisyonu’nu kurulması için hazırlıkların başlatılmasına karar verildi. Bu karar PM toplantımızda da tartışıldıktan sonra resmileşecek. Hem bu depreme ilişkin hem de olası diğer afet ve acil işlere dair çalışmalarımızı artık bu merkezi komisyon bünyesinde yürüteceğiz.
Depremin yıkıcılığının uzun süre hissedileceğinin farkındayız. Bu sebeple farklı toplumsal kesimler ve kurumlarla ortak çalışmalar yapmaya hazırız. Halklarımızı ne tekçi rejimin ne de rejimin yandaşları ve paydaşları olan inşaat imparatorluklarına teslim edeceğiz.