Geçen ay cezaevi kütüphanesinde -bu iki kelime nasıl yan yana geliyorsa artık- Knut Hamsun’un Açlık romanına rastladım. Kaydını yaptırıp odaya götürdüm. Romanı anlatmaya niyetim yok, şu sıralarda açlığın ne olduğunu iyi biliyorsunuz.
Birkaç kitabı aynı zamanda okumayı tercih ediyorum yıllardır. Her birinden bölüm bölüm okuyup üçünü, dördünü birlikte bitiriyorum genelde. Yine öyle yaptım. Burak Eldem’in Tavuskuşu Güncesi’ni, Philip Kerr’in Zagrebli Kadın adlı polisiyesi ile Knut Hamsun’un Açlık’ını aynı zamanda okumaya başladım.
O hafta, Uykusuz dergisinin de 741. sayısını gecikmeli olarak verdiler. Hepsini birlikte okuyunca tuhaf bir tesadüfler zincirine denk geldim. Burak Eldem’in romanı Tavuskuşu Güncesi’nin 66. sayfasında Knut Hamsun’un Açlık romanından söz ediliyor. İyi.
Oku, oku Philip Kerr’in Zagrebli Kadın romanının 153. sayfasında da Knut Hamsun’un Açlık romanından söz ediliyor. İlginç.
Uykusuz dergisinin kapağındaki Sedat Peker göndermeli karikatürün önünde de Knut Hamsun’un Açlık romanı duruyor. Yok artık.
İnsan hafiften bi’ ürperiyor, ister istemez. Gece, saat 2. Uyuyayım dedim bari.
Elimde son olarak Burak Eldem’in romanı varken ayracı kaldığım yere sıkıştırıp kitabı baş ucuma koydum. Tam uyuyacağım, kitabı aceleyle tekrar açtım. Okumayı bıraktığım son cümleye takılmıştı aklım. Sayfa 118: “Yarın çok da sevimli bir gün olmayacak gibi görünüyor.”
Ne var bu cümlede? Burak Eldem’in roman kahramanı Avukat Metin, ertesi gün bir savcıyla görüşmeye gidecek, pek de isteksiz aslında. Görüşme nedeniyle canı sıkkın, o nedenle yarının sevimli bir gün olmayacağını söylüyor.
Bu cümleyi okuyup uyumaya çalıştığım gecenin sabahında benim de bir duruşmam vardı ve bir savcıyı tehdit ettiğim iddiasıyla açılan davanın karar duruşması yapılacaktı. Evet, bu uyduruk davadan bana ceza vermelerini bekliyordum. Ama Burak Eldem arkadaşım geceden haber vermiş oldu ve duruşmaya çıktığımda cezadan emindim artık. Sonuç: İki buçuk yıl hapis cezası. Yani 30 ay.
Doğru, çok da sevimli bir gün olmadı. Sağ ol Burak kardeş, dost acı söylermiş :)
Duruşma sonrası odaya dönünce tüm bu tuhaflıklara anlam vermeye çalıştım. Birileri bana kitaplar üzerinden mesaj mı vermeye çalışıyor, nedir arkadaş? Zaten Burak’ın romanının yarattığı spiritüel atmosferin etkisinden kurtulamamışım, bir de bu tuhaflıklar???
Kitapların sayfa numaralarını, verilen cezayı alt alta, üst üste toplayıp çıkarıp, çarpıp bölüp “Bahçeli matematiği” yoluyla bir sonuç elde etmek için nafile uğraştım bir süre. Ama yok, bir şey çıkmıyor. Öyle bir yüksek matematiğe kafam basmıyorsa demek ki, vazgeçtim uğraşmaktan. Vardır bir hikmeti.
Akşama gazeteler geldi, okuyorum. Memlekette durum içler acısı. Açlık, işsizlik, yoksulluk… Öte tarafta milyon dolarlık yolsuzluk, mafya, çeteler, uyuşturucu, faili belli cinayetler, itiraflar, ifşaatlar… “Sadece pandemi döneminde yaklaşık 368 kişi borç, işsizlik ve açlıktan intihar etmiş” diyor bir haberde.
Kahroluyor insan. Bu böyle gitmez. Daha kararlı, daha cesur olmalı, etkili şeyler yapmak lazım diye konuşuyorum oda arkadaşım Abdullah ile. 368 insan ekonomik çaresizlikten intihar etmiş ya, olacak şey mi bu! Yer yerinden oynamalı oysa. “Şimdi dışarıda olsaydık” diye başlayan cümleler kuruyoruz. Bir şeyler yapardık herhalde, boş durmazdık. Neyse. Burada da durmuyoruz. Elimizden geldiğince işte.
368 intihar olacak şey mi? 368? 368? Bir dakika! Burak’ın romanı 66. ve 118. sayfalar. Kerr’in romanı 153. sayfa. 30 ay hapis cezası. 1 de Uykusuz dergisi. Olabilir mi? 66+118+153+30+1=368!!!
Kitaplar ve sayılar bize bir şeyler söylüyor ama anlayana. Burak Eldem’in romanından alıntı yaparak Mazlum’dan emanet cümleyle bitirelim o halde. Sayfa 493: Berxwedan jiyan e. (Direnmek yaşamaktır.)
* Edirne Cezaevi