Türkiye son 30 yılında hukuk devleti olmaya doğru sadece bir adım bile atsaydı aşağıdaki olaydan sorumlu dönemin başbakanından içişleri bakanına, OHAL bölge valisinden Hakkari valisine, korkunç cinayeti işleyen komutanlardan diğer tüm amirlere ilgilisi herkes görevlerinden alınır ve yargılanırdı. Türkiye’de son 30 yılda hakkaniyeti dert edinen bir medya olsaydı bu olay bugünkü gibi mahkeme kayıtlarında kalmaz, gencinden yaşlısına herkesin bildiği ibretlik bir vaka olarak akıllara kazınır, kuşaklar boyu unutulmazdı. Türkiye’de son 30 yılda sahici bir sivil toplum yapısı ortaya çıkabilseydi bu olay meydanlarda anlatılır, kitaplara, belgesellere, filmlere konu edilir, toplumun ortak hafızasına teslim edilir, tüm yükü Cumartesi Anneleri’ne ve birkaç avukata bırakılmazdı.
KÜRT ASKERE VUR EMRİ
28 yıldır ne siyasetin, ne yargının, ne medya ne de sivil toplumun önemsediği, aksine örtbas etmek için ortak hareket ettiği korkunç cinayet 2 Mayıs 1995’te, Yüksekova’da yaşanıyor. Muşan (Köycük) isimli köyde operasyon yapan askerler 28 Nisan 1995’te 11 vatandaşı gözaltına alıyor. Nezir Tekçi dışındaki köylüler ertesi gün serbest bırakılıyor. Askerler 25 yaşındaki Nezir Tekçi’yi ise dağlık bir bölgeye götürüp yer göstermelerini istiyor. Tanıkların anlatımına göre Nezir Tekçi defalarca, çocukları olan sıradan bir köylü olduğunu, hiçbir şey bilmediğini, gösterebileceği bir yerin olmadığını söylüyor.
Askeri birliğin komutanı A.O.A., bölükte Kürtçe bilen askerlerin parmak kaldırmasını istiyor. Yaklaşık 20 el kalkıyor. Bu askerlere elleri bağlı Nezir Tekçi’ye ateş açmaları emrini veriyor. Kürt askerler reddediyor. A.O.A’nın imdadına o dönem teğmen olan K.A. yetişiyor, “ben vurabilirim” diye öne çıkıyor. A.O.A., ikiletmeden teklifi kabul ediyor. K.A. Nezir Tekçi’ye iki el ateş ediyor. Nezir Tekçi orada hayatını kaybediyor.
A.O.A., bu defa tüm birliğe cesede ateş açmaları emrini veriyor. Askerler bu emre uyuyor, cesedi taramaya başlıyorlar. İçlerinden bazıları mermileri boş alana sıkıyor. A.O.A. ve K.A. bununla yetinmiyor. Mayınlardan sorumlu bir askeri çağırıyorlar. Cesedi bu defa bir mayının üzerine yatırıp mayını patlatıyorlar. Tekçi’nin vücudu parçalanıyor. Kafası bedeninden ayrılıyor. K.A., kafayı ellerine alıp askerlere gösteriyor. A.O.A, ilk vur emrine uymayan Kürt askerleri daha sonra ayrıca sorguluyor.
ORTAKLAŞMIŞ SESSİZLİK
Irkçılıktan barbarlığa her türlü vahşeti içeren bu olayı Türkiye’de insan haklarıyla, 90’lı yıllardaki OHAL uygulamalarıyla ilgilenenler dışında kimse bilmez. Bu olay birçok yanıyla defalarca hak odaklı yayınlarda işlenmesine rağmen ana akım medyanın ilgi alanına girmedi. Helikopterlerle, panzerlerle bölgeye gidip “sınırın sıfır noktasından” heyecanla haber aktaran ne o dönemin ne şimdinin medya fenomenleri için bu vahşet haber değeri taşımadı. Dünyanın neresinde olursa olsun tüm bir ülkeyi dehşete düşürmesi gereken bu korkunç cinayetin davası da maktulün ailesi ve avukatları dışında taraftar bulmadı.
Nezir Tekçi’nin babası Halit Tekçi, olaya tanık olan Kürt askerlerden birinden oğlunun akibetini öğreniyor. Suç duyurusunda bulunmak için savcılığa gidiyor. Savcı dilekçeyi baba Tekçi’nin yüzüne fırlatıyor, “siktir lan askere iftira etme, asker kimseyi öldürmez” diyor. Baba Tekçi olayın peşini bırakmıyor, başvurularını sürdürüyor. Van’daki askeri savcılık bu başvurular üzerine konuyla ilgileniyormuş gibi yapıp bir süre sonra kovuşturmaya yer olmadığı kararı vererek dosyayı kapatıyor.
Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı da bir soruşturma başlatmış gibi yapıyor, ancak bu soruşturma 2011’e kadar, yani tam olarak 16 yıl boyunca farklı savcılıklar arasında görevsizlik ve yetkisizlik gerekçeleriyle sürüncemede bırakılıyor.
28 YILLIK 'YARGILAMA'
Nihayet 2011’de Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianameyle komutanlar A.O.A. ve K.A. hakkında canavarca hisle veya işkenceyle kasten öldürme suçlamasıyla dava açılıyor. Fakat Yargıtay, kamu güvenliği gerekçesiyle davanın vahşetin yaşandığı yer olan Hakkari’de değil, Eskişehir’de görülmesi gerektiğine karar veriyor.
Yargılamaya başlayan Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi olayın yaşandığı 1995’te Yüksekova’da askerlik yapmış olan onlarca kişinin ifadesine başvuruyor. Bu kişilerden K.K. isimli sivil ile Y.Ş., H..A., H.Ü., V.K., H.T., H.G. isimli askerler olayı bizzat gördüklerini, A.E., A.K., F.C., Ü.Y., H.Y., Ç.A., S.T., E.Ö., İ.Ç., E.S., M.T., C.E., M.K., A.K., A.Ö., M.K., A.B., Z.K., E.E., R.G. ve A.B. isimli askerlerden bir kısmı olay anında bölgede olduklarını ancak tam olarak göremediklerini, bir kısmı da cinayeti gören askerlerden ve taburdaki konuşmalardan bu olayı öğrendiklerini anlatıyor. Olayı görmediğini söyleyen askerler bile bu konunun taburlarında sıradan bir bilgi olarak herkeste olduğunu paylaşıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusunda görev yapmış 27 asker, 1995’teki bu vahşeti birinci elden yukarıda aktardığımız şekliyle mahkemeye anlatıyor. Fakat mahkeme ne sivil ne asker hiçbirinin tanıklığını kabul etmeyip komutanların beraatine karar veriyor.
Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015’teki gerekçeli kararından Anayasa Mahkemesi’nin de dikkatini çeken bir bölüm şöyle: “Her ne kadar bir kısım tanıklar sanıkların N.T’yi tabur önünde öldürttüğü, hatta kendilerince silah sıktıklarını ifade etmiş iseler de dava dosyasının medya ve internette takip edildiği benzer beyanlarda bulunulduğu, özellikle belli coğrafi bölgelere yazılan talimatların birbirine benzer cevaplar niteliğinde olduğu, sanıkların aleyhinde tanık beyanlarına dosyadaki mevcut deliller çerçevesinde itibar edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.”
Mahkeme, bazı askerlerin kendilerinin de ayrıca yargılanmalarına yol açması riskine karşın “biz de ateş ettik” demesine dahi itibar etmiyor. Tek bir tanıkla, çoğu zaman adı-sanı bile bilinmeyen gizli tanıklarla örgüt üyeliği veya devletin birliğini bozma suçlarından sayısız ağır hapis cezaları vermiş, vermeye devam eden Türk yargısı, konu askerlerin yargılanması olunca siviller bir tarafa, 27 askerin görgü veya duyuma dayalı tanıklığına kulaklarını kapatabiliyor.
Yukarıdaki alıntıda dikkat çeken bir başka husus var. O da “özellikle belli coğrafi bölgelere yazılan talimatların birbirine benzer cevaplar niteliğinde olduğu” vurgusu. “Özellikle belli coğrafi bölgeler” ifadesinden Kürt kentleri ve Kürt askerler kastediliyor ve bu nedenle de tanık beyanlarına itibar edilemeyeceği sonucuna ulaşılıyor. Eskişehir ceza mahkemesi cesedi mayınla parçalanan, kalan parçalarının nereye gömüldüğü veya imha edilip edilmediğine dair kimsenin fikrinin olmadığı, olayla ilgili keşfin 18 yıl sonra yapıldığı Nezir Tekçi için “hayatta ya da öldüğüne dair herhangi bir bulguya ulaşılamamasını” da gerekçesine dayanak yapıyor.
AYM’NİN KARARI
Bu garabet kararda Yargıtay da bir tuhaflık görmüyor ve beraat kararını 2018’de onuyor. Ailenin 2018’de Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru ise aradan 5 yıl sonra nihayet geçen ay 21 Mart’ta sonuçlandı. Anayasa Mahkemesi esas olarak 5 ayrı maddede mahkemenin eksik inceleme yaptığı ve bu nedenle adil bir yargılamanın yürütülmediği sonucuna ulaştı. Buna göre;
1-) Nezir Tekçi’nin öldürülmesinde rol alan bir başka asker M.E.Y.’nin ifadelerine başvurulmamıştı.
2-) Olayın yaşandığı yerde başka askeri birlikler olmasına rağmen buradaki askerlerin ifadeleri alınmamıştı.
3-) Olaya bizzat tanıklık etmiş askerlerden olan uzman çavuş Y.B.’nin ifadesine başvurulmamıştı.
4-) 2013’teki keşifte bulunan mermi kovanlarının hangi silahlardan atıldığına dair bir araştırma yapılmamıştı. Keşifte bulunan bez parçalarının Nezir Tekçi’ye ait biyolojik örnek taşıyıp taşımadığı incelenmemişti. Bu inceleme yapılsaydı, tanık beyanlarının doğruluğu da denetlenebilecekti.
5-) Tanıklar H.Ü., V.K., H.T., A.E., A.K., H.G., F.C. ve Ü.Y.’ye olayın gerçekleştiği yer ve Nezir Tekçi’nin gömüldüğü yeri gösterip gösteremeyecekleri sorulmamıştı. Bu soruya olumlu cevap verilmesi halinde yeni bir keşif yapılabilecek ve belki de kemikler bulunabilecekti.
Anayasa Mahkemesi, bu nedenle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine hükmetti ve yeniden yargılama yapması için dosyayı Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.
Yani 28 yıl sonra, Nezir Tekçi’nin katillerinin tespiti ve cezalandırılması bir tarafa, bu kişilerle ilgili yargılamanın eksik yapıldığının tespiti ancak yapılabildi. O da, Anayasa Mahkemesi’nin 5 üyesinin karşı oyuna rağmen mümkün olabildi. Şimdi yeniden yargılamanın kaç yıl süreceğini, bu sürecin hakkaniyete uygun ilerleyip ilerleyemeyeceğini görmek de ancak başka bir kuşağa nasip olacak.
Nezir Tekçi olayı sadece oluş şekliyle değil, sonrasındaki çeyrek asrı aşmış gizleme, görmezden gelme, yargılamama, yargılıyormuş gibi yapma pratikleriyle de bir vahşettir. Bundan daha da acısı, bu vahşetin Cumartesi Anneleri’nin her hafta birini gündeme getirdiği vahşetlerden yalnızca biri olmasıdır.
Hamza Aktan / Gazete Duvar