Araştırmacı, yazar Bekir Ağırdır, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na "YSK" üyelerine "ahmak" dediği gerekçesiyle verilen hapis ve siyasi yasak cezalarına gelen tepkiyi değerlendirdi. "Çok mağdurluk meselesi değil aslında, işin öznesinden bakınca öyle görünüyor ama asıl hikâye, Türkiye insanının adaletsizliğe bir tepkisi var" diyen Ağırdır, "gerçekleştirdikleri bir ankette vatandaşın hayal ettiği Türkiye'yi tanımlarken tercih ettiği ilk kavramın adalet olduğunu" anlattı. Ağırdır, "Türkiye insanının adalet talebi o kadar güçlü ki dolayısıyla o adaletsizliğin cisimleştirdiği kişi kim ise ona sempati besliyor ama hikâye mağdur olduğu için yanında olalım değil. Kendi hayatından adalet talebi" diye konuştu.
İktidarın oyun planının siyasi alanı daraltmak olduğunu ve sansür yasasını örnek göstererek bunun uzun süredir de göz önünde olduğunu söyleyen Ağırdır, İmamoğlu davasıyla ilgili kamuoyundaki İstinaf ve Yargıtay tartışmaları hakkında da, "İçişleri Bakanlığı bugün bu kararı mesnet alıp, yarın görevden alma operasyonu da yapabilir. Kayyum da atayabilir. Bunu da göze aldıklarını sanıyorum" görüşünü ifade etti.
Halk TV'de İsmail Küçükkaya'nın sunduğu "Yeni bir sabah" programına konuk olan Bekir Ağırdır'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:
"Bizim bir ezberimiz var ‘Türkiye insanı mağduru seviyor’ diye. Çok mağdurluk meselesi değil aslında, işin öznesinden bakınca öyle görünüyor ama asıl hikâye, Türkiye insanının adaletsizliğe bir tepkisi var. Türkiye insanının 20 sene önce de 10 yıl öne de şu anda da en büyük talebi adaletti. Somut bir araştırma sonucu söyleyeyim size, hayal ettiğiniz Türkiye’yi tanımlayacak 10 tanım seçin demişiz, 100 maddelik bir liste var, AKP’ye CHP’ye oy veren, üniversite mezunu ilkokul mezunu, Türk veya Kürt, kadın veya erkek, genç veya yaşlı, herkesin birinci sıraya koyduğu şey adalet. Türkiye insanının adalet talebi o kadar güçlü ki dolayısıyla o adaletsizliğin cisimleştirdiği kişi kim ise ona sempati besliyor ama hikâye mağdur olduğu için yanında olalım değil. Kendi hayatından adalet talebi.
Şunu da söylemekte yarar var, adalet denilince sadece yargıdaki adalet kastetmiyor insanımız. Diyelim kadınlar bu hayatta ben de varım kararımı verebilirim diyor eşitlik istiyor; gençler bu hayatta ben de varım diyor; Kürtler bu ülkede biz de varız diyor. Yani herkes kendi varlığının tanınması, kendine dair kararlara dahil olmak… onun için adalet kavramı çok geniş. Yoksulluğa gidiyorsunuz gelir adaletinden bahsediyor ama herkes adalet diyor.
Kamuoyunda zaman zaman bu altılı masanın eksik çalıştığı performansının yeterli olmadığı gibi bir sürü şey konuşulabilir ama en önemli unsur bu altı liderin birbirlerine olan kişisel güvenleri. O nedenle de hükûmetin veya olayların hangi basıncı üretirse üretsin bu altı liderin arasındaki kişisel güven bozulmayacak. Birbirleri hakkında eleştirileri, zaman zaman endişeleri olabilir ama o güven bozulmayacak. Buradaki en büyük sermaye bu. İkincisi, bu altı lideri bir araya getirmenin mimarı olarak Kemal Bey ve Meral Hanım, ikisinin de bagajında şu başarı var; yerel seçimlerde o ittifak denendi ve sonuç ortada.
Tamam AK Parti çok büyük gerilemedi, toplamda meclis oylarında 51 ama, siyasi sonuçları çok büyük olan başkanlık seçimlerindeki minik oy değişiklikleri bile bugün ne kadar hayatımızı etkiliyor. Onun için Kemal Beyin yansıra Meral Hanım. Bu gidişata karşı olmak konusunda çok samimi ve kararlı bir duruşları var. Önemli olan altı bu kişinin bir arada olmasıydı. Ve bir de şu oldu bence ve bunan sonrası olacak; belki de bu altı kişinin örgütlerinden henüz alamadıkları o büyük enerji şimdi ahaliden o meydanlardaki inşalardan geliyor. Bundan sonra çok daha farklı bir ivme gözlemek mümkün.
(Küçükkaya: Önümüzde altı ay tahmin bile edilemeyecek birtakım siyasi gelişmeler yaşanabilir.) Aynen öyle. Çünkü çok açık oyun planı belli iktidarın. İktidarın oyun planı uzun süredir belli; siyasi alanı daraltmak. Sansür yasası da bu amaçla hazırlandı. Vatandaşın kanaatini belirleyecek olan habere, bilgiye sadece erişim yasağı değil, o bilginin üretimine de engel olmak. Dolayısıyla hep hani seçim güvenliği, evet Türkiye’nin gündeminde bu mesele de var, deyince biz hep sandığa giren oyu korumak diye anlıyoruz. Evet bu işin çok önemli bir parçası. Ama asıl hikâye seçmenin kanaatinin oluştuğu ve o mührü bastığı ana kadar geçer süre. Tayyip Bey ve AK Parti bunu bildiği için de bu süreci manipüle etmeye çalışıyor. Hikâye sadece seçim gününün oylarını çaldık çalmadık değil. Bu süreci manipüle etmeye çalışıyor. Onun için de siyasi alanı daraltmak; örneğin HDP’nin her türlü konuşmasını, insanlarını tutuklamak dahil. Hükûmetin oyun planı, siyasi alanı olabildiğinde daraltmak. Bundan sonra da daha sert. HDP’yi kapatma ihtimali de, bu kararda (İmamoğlu kararı) ve benzeri başka kararlarda.
Bütün kamuoyu istinafta bozulur mu, bu iş Yargıtay’da onanır mı falan konuşuyor ya, ya iş oraya bile kalmazsa? Yani İçişleri Bakanlığı bugün bu kararı mesnet alıp, geçenlerde İçişleri Bakanı’nın bir açıklaması vardı biliyorsun, hala ispatlanamadığı halde ‘1400 küsur terörle iltisaklı insan var belediye’ falan gibi, bu kararı da gerekçe gösterip yarın görevden alma operasyonu da yapabilir. Kayyum da atayabilir. Bunu da göze aldıklarını sanıyorum.
(İsmail Küçükkaya: HDP’nin kapatılması söz konusu olabilir. Başka belediye başkanları için de konuşuluyor.) Konuşuluyor tabii, Mansur yavaş, Tunç Soyer’le ilgili konuşuluyor uzun süredir. Dolayısıyla hükûmetin alanı daraltma çabasının sınırının olmadığını söylemek mümkün. Son derece cüretkârca bunu yapacak. Altılı Masa’nın buna ne tepki vereceği, hikâye orada.
Benim şöyle bir cümlem var, hükümet alanı daraltmaya çalışıyor, seçmen doğru bilgiye yolsuzlukla ilgili keyfiliklerle ilgili bilgiyi alamasın ve kanaati hükümet hakkında olumsuz olmasın. Çabası bu. Muhalefetin çabası şu, bu karanlık alanda karanlık siyaset mi yapacak? O da böyle kural dışı, sadece diyelim mesneti olmayan birtakım şeylerle mi iş yapacak, ya da karanlıkta siyaset yapmanın yeni yol ve yöntemlerini bulacak mı? Yani medyada konuşamıyorsa 25 milyon evin kapasını çalabilecek mi? Burada mesele, hükûmet hep belden aşağı vuruyor diye belden aşağı siyaset üretmek, ya da geleneksel tabiriyle trollere yasalanmak yerine 25 milyon kapıyı çalacaksınız. 65 milyon seçmene ulaşacaksınız. Bunun yolunu yordamını bulacaksınız. Her gün uçaklarla broşür atacaksınız, her ne ise. Ama karanlıkta siyaseti yapmanın yolunu bulacaklar.
Burada kritik meselemiz şurada Türkiye insanının ve özellikle gencinin siyasete ve siyaset marifetiyle bu işleri çözebileceğimize olan inancı yükseltmemiz gerekiyor. Asıl altı liderin yapması gereken şey o. Bunun da araçları var. Nedir o? Zaten toplumda çeşitli mağduriyetler var, bunların örgütleri var, sivil toplum örgütleri var, başka türden platformlar var. Dolayısıyla var olan yapılanmaların ya da sorunların nüne ortak ufku koymak ve siyaset marifeti ile kaos ve karmaşa olmadan biz bu işin başaracağız duygusunu vermek. Bunu verdikten sonra zaten partilerin üyelerinden daha çok partilere üye olmayan diğer insanlar gayrete gelecek. Burada altı liderin sorunu bence sivil toplumla, aydınlarla, diğer örgütlenmelerle karşılıklı güven ilişkisinde eksiklik olması. Herkeste tedirginlik yapan şey bu. Bugün altı partinin yeniden sokakta sıfırdan temel açıyorum, kazıyorum bina yapıyorum demesine gerek yok. Sokakta bir enerji var zaten. Sadece onların ortak bir ufka ve bu ortak ufka varmak için de siyasete güveni inşa etmeleri lazım ve bunu göstermeleri lazım.
(Küçükkaya: İmamoğlu kararını bekliyor muydunuz?) Evet. Bekleniyordu çünkü hele hele zaman sabah 11'den itibaren İmamoğlu ekibinin yazışmalarından ben ‘alındı istihbarat’ diye düşündüm. Bunun bu kadarının da gizlemek mümkün değil o talimatı. Hem İmamoğlu ekibinin tepkilerinden hem İstanbul İl örgütünün Canan hanımın örgütünün tepkilerinden 11’den itibaren kararın gelişimi belliydi. Nitekim ben Ankara’daydım TÜSİAD’ın toplantısı için. 11’den itibaren kulağımız İstanbul’a dönmüştü. 10 gün öncesinde beklenir miydi? Belki bu karar celsede değil ama böyle bir karar çıkacağı açıktı ama. Biraz sonra konuşacağız, bu kararın aktörlerinden ya da taraflarından birisi Erdoğan ve Erdoğan’ın siyaset yapma tarzına baktığınız zaman çok da şaşırtıcı bir karar değil.
(Küçükkaya: İmamoğlu’na şimdi bu takvimsellik içinde siyasi yasak getirilmesi, İstinaf ve Yargıtay sürecini düşünerek de olsa, esas amacı nedir?) Birkaç neden bir arada. Bu karar temel olarak şunu üretti bir kere, ama kabul edelim ki artık Türkiye’de hukuki adaletsizliğin ya da siyasi adaletsizliğin ya da yargının siyasileşmesinin cisimleşmiş temsili insanı Ekrem İmamoğlu’dur. İmamoğlu bu karar da dahil ülkenin önümüzdeki 10 yılında önemli bir figür olacaktır. Görevi hangi makamda olursa olsun. Sadece Ekrem Bey de değil Selahattin Demirtaş da."