Soma Davası, Çorlu Tren Kazası Davası, Aladağ Yurt Yangını Davası gibi birçok davanın avukatlığını yaptı Can Atalay.
“Sesi duyulmayanların” hakkını savunurken 25 Nisan 2022’de yargılandığı Gezi Parkı Davası’nda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
14 Mayıs 2023’te yapılan genel seçimlerde 75 binin üstünde oy alarak Türkiye İşçi Partisi’nden(TİP) Hatay Milletvekili seçildi.
Avukatları, 25 Mayıs'ta Atalay’ın mazbatasını aldı, aynı gün UYAP’a, bir gün sonra da daha doğrudan Yargıtay'a tahliye başvurusu yaptılar.
Fakat Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi'nin daha önce verdiği emsal kararları yok sayarak oy birliğiyle tahliye talebini reddetti.
Avukatlar, üst mahkemeye itiraz etti, Yargıtay 4. Ceza Dairesi bire karşı dört oyla reddetti ve 3. Ceza Dairesi'nin kararını yerinde buldu.
Bunun üzerine avukatlar, 21 Temmuz'da “adil yargılanma hakkı” ile “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle AYM'ye başvurdu.
AYM, 5 Ekim’de dosyayı görüşmek için toplanacakken, Yargıtay 3. Ceza Dairesi ışık hızıyla dosyayı karara bağladı ve Atalay hakkındaki 18 yıl hapis cezasını onadı.
AYM’nin 5 Ekim’deki toplantısı 25 Ekim’e ertelendi. 25 Ekim’de AYM, Atalay’ın bireysel başvurusunu karara bağladı ve ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma’ ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği’ hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
Ayrıca 50 bin lira manevi tazminat ödenmesine, "ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına, yargılamada durma kararı verilmesine ve hükmün infazının durdurularak Atalay’ın tahliye edilmesine" karar verdi.
Kararın gönderildiği 13. Ağır Ceza Mahkemesi günlerce AYM kararını uygulamadı ve 30 Ekim’de “hak ihlali benden kaynaklanmıyor, muhatap 3. Ceza Dairesi’dir” diyerek kararı kendi üstünden arttı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin AYM kararını uygulaması beklenirken, Daire 8 Kasım’da Türkiye’de öncesi olmayan bir karara imza attı.
3. Ceza Dairesi, Atalay’ın cezasının onanmasıyla hükmünün kesinleştiğini ve AYM’nin aldığı “hak ihlali kararına uyulmaması” gerektiğini belirtti.
Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda inceleme yetkisinin bulunmadığını, hükümlü Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin de TBMM Başkanlığı'na gönderilmesine hükmetti. Ayrıca Atalay hakkında “ihlal kararı” veren AYM üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunacağını duyurdu.
Yargıtay’ın bu kararının ardından “yargı krizi” tartışmaları başladı, Anayasa değişikliği gündeme geldi. Tartışmalar büyürken Can Atalay hakkında verilen AYM kararı ortada kaldı.
Taşçı, “Atalay kararının eninde sonunda uygulanacağını” fakat “Can Atalay’ın MHP’nin AYM ile verdiği kavgaya malzeme edildiğini” belirtti:
“Anayasa Mahkemesi, kararı öyle ya da böyle uygulanacağını buna bir formül bulunacağına inanıyoruz ve esas olarak bunu uygulayacak mahkemeyi arıyoruz.
Mevcut kriz çözüme kavuşturulduğunda, sonradan yapılan değişikliklerin geriye yürümeyeceği ilkesi gereğince bu kararı uygulayacaklar ama bundan sonra bu gibi durumların olmasına izin vermeyecekler gibi bir izlenim doğuyor. Fakat AYM kararını uygulayacaklarının da bir garantisi yok çünkü hukuk güvenliği tamamen ortadan kalkmış durumda.”
Taşçı, “yargı krizi” tartışmalarının ardından iktidar cephesinden özellikle MHP’den yapılan yorumlara değindi ve şunları söyledi:
“MHP ve Devlet Bahçeli, ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının ülkenin lehine olmadığını çok defa dile getirdi’ ama salı günü grup toplantısında yaptığı açıklamada doğrudan Anayasa Mahkemesi Başkanını hedef aldı ve hedef gösterdi. Kandil’in yolunu gösterecek kadar vitesi artırdı.
Esas meselenin Anayasa Mahkemesi olduğu çok açık. Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini daraltmak veya Anayasa Mahkemesi’ni ortadan kaldırılmak istendiği açıkça beyan ediyorlar. Can Atalay da bu amaca araç ediliyor.”
“Asıl amaç, hakkında soruşturma ya da kovuşturma yürütülmüş kişilerin milletvekili seçilmesini engellemek gibi görünüyor” diyen Taşçı, Anayasa’nın 14. Maddesi’ne değindi:
“Anayasa Mahkemesi, Can Atalay kararında daha önceki kararlara da atıf yaparak Anayasa’nın 14. Maddesi’nin ‘belirliliğinin olmadığını ve herhangi bir kişi için hak mahrumiyeti yaratabileceğini’ ifade etmişti.
‘Anayasa’nın 14. Maddesi gerekçesiyle seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakmak hukuk sistemimize uymaz, hukuka aykırı olur’ diyerek ihlal kararları vermişti. Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı bu tespit ortada duruyor.
Fakat şu an yapılan tartışmalardan anlaşılıyor ki, bu boşluğu özgürlükleri kısıtlayarak, hakkında soruşturma ve kovuşturma yürütülmüş kişileri milletvekili yapmamak üzerine bir düzenleme yapacaklar.
Meclis’in çözüm olacağı sözleri iktidarın ve MHP’nin baktığı noktadan bir çözüm olabilir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki görüş farkını ortadan kaldırabilir ama bu çözüm değil.
Böylesi bir durum, milletvekili dokunulmazlığının korumaya çalıştığı; siyasal özgürlükler ve milletvekillerinin propaganda yapma hakkını ortadan kaldırır. Yani Meclis’te ‘çözüm’ dedikleri durum aslında bir kayıp olacak.”
Taşçı, Türkiye’deki hukuk güvenliği konusundaki problemlere değindi. Can Atalay’ın “yargı mekanizmaları arasındaki büyük kavganın” son hali olduğunu belirtti. Taşçı, “Hukuk sisteminin içinde mutabık kaldığı kavgalar da var” dedi ve 7 yıllık uzun tutukluluk süresinin dolmasına rağmen tahliye edilmeyen Gültan Kışanak’ı örnek gösterdi:
"Gültan Kışanak, kanunun açık hükmüne rağmen 7 yıllık tutukluğunun hâlâ devam ettiğini görüyoruz. Bu kadar açık bir kanun hükmü uygulanmıyor. Bir kanun hükmünün uygulanmaması başka kanun hükümlerinin uygulanmamasının yolunu açar.
Bir kişi hakkında verilen ihlal bir başkası hakkında verilen ihlali doğurur. Bir kere normalleştirdiğimizde bu durumlar daha da normalleşir. Can Atalay hakkında verilen ihlal kararının uygulanmaması başka ihlal kararlarının da uygulanmamasının önünü açacak. Biz hukuk sistemindeki hak ihlallerine bu gözle bakmadığımız sürece aynı şekilde devam edecek.”