Selahattin Demirtaş*
En ciddi siyasi analizlerimden birini yazıyorum, yazının başlığı hafif gelmesin sakın. Başlık, okunduğu kadar hafif değil; aşk hiç değil.
Bu yazımda Ömer Faruk’un "Aşk ve Ereksiyon Aşk’ı" kitabından alıntılar yaptığımı belirtmeliyim. Emeğe olan saygımın ötesinde, kitabın girişinde izinsiz ya da kaynak göstermeden alıntı yapanlar için acayip beddualar edilmiş. Amin.
Temsilen bizi yönetsinler diye ha bire birilerini seçip duruyoruz. Temsili demokrasilerin fırıldaklığı (Ömer Faruk’un deyimiyle, “Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği”) bir yana, bari temsilcilerimiz düzgün insanlar olsunlar diye de ince eleyip sık dokuyoruz. (Umarım!)
EN ÖNEMLİ ADAYLIK KRİTERİ
“Nasıl bir cumhurbaşkanı adayı” sorusu bu sıralar çok revaçta. Bana da soruyorlar, çaktırmadan kendimi tarif ediyorum. Herkes öyle yapmıyor mu? Dürüst, bilgili, cesur, deneyimli, hırstan ve kibirden azade, demokratik değerleri içselleştirmiş, gelmişi geçmişi temiz vs. Tamam, bu türden genel geçer kriterlere eyvallah diyelim. Ama bir kriter var ki hepsinden önemli, hepsinden kıymetlidir: Aşk’ı biliyor mu? Hiç aşık olmuş mu? Bu sorunun kıymetini ancak aşıklar bilir ve ancak aşkın ne demek olduğunu çözebilmiş ölümlüler cevabın ne kadar önemli olduğunu idrak edebilir.
Peki siz biliyor musunuz aşk’ı? Emin değilseniz size yardımcı olayım; ben de tam olarak bilmiyorum ama bilmeye, öğrenmeye, anlamaya çalışıyorum. Bunun için de önce, doğduğum andan itibaren zihnime itelenen, tıkıştırılan bir dolu kalıbı unutmaya, yok saymaya gayret ediyorum. Çünkü modern dünyada aşka ulaşmamızı engelleyen şey bilgi eksikliği değil fazlalığı, daha doğrusu bilgi gereksizliğidir.
Ömer Faruk’un kitabından devam edelim. (S. 161, 162, 163)
Peki ölüm nedir?
“Ölüm varlığın mutlak ötekisidir! (…) Ölüm ‘etkin öznenin’ sona ermesi ve onunla birlikte bütün algının sonudur.” (Bauman.)
“İnsan güneşe de ölüme de doğrudan doğruya bakamaz!” (Bauman.)
Çünkü “Ölüm, akla duyulan güveni ve aklın söz verdiği güvenilirliği çökertir. Aklın yalanını yüksek sesle açığa vurur.” (…) Ölüm, aklın en büyük yenilgisidir... Bir tek ölüm, aklın kibrine aldırış etmez, üstelik bunun için özel bir çaba da göstermez, sahneye bile çıkmaz.
(…) Diğer hayvanlar ölümü normal, hayatın olağan akışının parçası olarak görür ve bunu sorun etmezken insan sorunlaştırır. Hayatının daha uzun olmasını, giderek ölümsüzlüğü ister. Anıtlar, mabetler, havalimanları, saraylar, gökdelenler, köprüler yapar, yüz binlerce insanın katıldığı törenler düzenler, unutulmasını önleyecek eserler vererek alkışının uzun sürmesini arzu eder. Bu istek giderek nesneleşmenin, duygusuzluğun ve zalimliğin kaynaklarından birine dönüşür. Daha uzun yaşamak için başkasının ölümüne razı olur, gerekirse öldürür. Diğer canlı türlerinin doğadan yok olmasına aldırış etmez. Katliamlar, savaşlar ve suikastlar hep bu daha uzun yaşama isteğini besler. Görünürdeki nesne paylaşımı, bayrak sevgisi, kutsallık gibi gerekçeler hep bu asıl gerekçeyi gizler.
Bir tek, ölüm canlı türlerini eşitler!
Oysa (başka) biri için var olmak, varlığını bir başkası üzerinden tanımlamak, bir hikâye edinmek, bu dünyayı severek yaşamak ölüme razı olmakla mümkündür: “Anlamlı yaşam yani nasıl yaşayacağını bilen sahici tin, ötekiliği benimseyen ve kendini ölmeye hazırlamış yaşamdır.” (Kovel) Kibirden, hırstan, zalimlikten, duygusuzluktan ve unutulma korkusundan kurtulmak bir tek ölüme razı olmakla gerçekleşebilir. Kişi ölüme razı olarak başkasına da razı olur, başkasına razı olarak başkalarıyla seçilmiş bir boyutta, yok-yer’de (Bu kavramın anlamı için kitaba bakabilirsiniz. S. D.) beraber yaşamayı öğrenir. Çünkü “… insanoğlunun ölümle yüz yüze gelmek için bulduğu yanıtlardan biri de AŞK’tır. Aşk ile, bizi öldüren zamandan bazen cennete, bazen cehenneme çevirdiğimiz birkaç saat çalarız. İkisinde de zaman genişler, bir ölçü olmaktan çıkar.” (Octavio Paz) Böylece bireysellik yalnızlık, birliktelik de tahakküm üretmez. Hayat zorunluluk olmaktan çıkar, kişinin seçtiği değerleri içeren seçilmiş bir boyut edinir. Tasarlayan ve içsellik kaygısı güden kişi başkası için var olarak kendisi için de var olur, dünya üzerindeki varlığına anlam katar, dünyayı kendi varlığını hor görme ve reddetme hakkından yoksun bırakır.
İnsanlığa Aşk’ı, başka bir hayat olabileceği bilgisini ve imkanını armağan eder. Zorunluluktan kurtulur, kendini, dokunduklarını ve hayatını yeniden inşa eder.
(…) Başkasının varlığından haz duyarak düşünceye hükmeden haysiyet sahibi, yok-yer sakini aşık gökdelen (Fallus, S. D.) yapmaz, gökdelen yaptırmaz, nara atmaz, nara dinlemez; emir almaz, emir vermez; boyun eğmez, boyun eğdirmez; secde etmez, secde ettirmez; hayvanlara tasma takmaz, tasma taktırmaz; âşık olmadan çocuk yapmaz, yapılmasını desteklemez, bir tür olarak farkını başkasının acısından haz duyarak değil, fısıltıdan ve aşktan yana olarak içeriklendirir.
Daha fazlası Ömer Faruk’un kitabında, meraklısı için öneririm.
AŞKI KÜÇÜMSEMEMİZ, HAFİFE ALMAMIZ İSTENİYOR
Hayatını anlam katarak, anlam inşa ederek yaşamamış, böylesi bir arayışa dahi girmeden verili kalıplara, ezberlere göre yaşamış birini dost edinmekte bile zorlanırken nasıl oluyor da başımıza yönetici, muktedir olarak seçiyoruz? Çünkü "başka türlü" düşünmenin mümkün olduğunu bilmiyoruz. Çünkü "başka türlü" düşünmeyelim diye ana sınıfından başlayarak "eğitiliyoruz", hizaya sokuluyoruz. Hakikatle olan bağımız kopuyor, koparılıyor. Bu düzen başka türlü sürmez çünkü.
İnsana, doğaya, kendimize yabancılaşıyoruz. Bu halimizle ruhsuz et yığınlarına dönüşüp sonra da en çok kendimize benzeyenleri yönetici diye seçiyoruz. Aşkı küçümsememiz, hafife almamız isteniyor, biz de yiyoruz. Üç çocuk yapmayı dayatanlar bir kelime bile aşktan söz etmiyorlar. Bilmiyorlar çünkü; aşk fukarası, aşk cahilidirler. Bütün cehaletlerini ekranlardan, meydanlardan üstümüze boca ediyorlar. İktidarlarını, hırslarını, kibirlerini, ölümsüzlük arayışlarını bizimle tatmin ediyorlar. Hepimiz mağduruz, onlardır failimiz.
SEÇİM KRİTERLERİNİZE 'AŞK'I DA EKLEYİN
Önce kendi hayatlarımızdan başlayarak her şeyi yeniden ve farklı düşünmek, hayatımızı yeniden kurmak zorundayız. "Açık et pazarına" dönüşen dünyamızda Tinder mindırların bile on milyonlarca kullanıcısı, alıcısı varken kim neylesin aşkı demeyin. Aşk bir yaşam biçimi, hayata bakış açısıdır. Ölüm korkusunu yenmenin, ötekini sevmenin, doğanın bir parçası olduğumuzu anlamanın mucizevi sırrıdır aşk. Aşkı bilmeyenden, kıymet vermeyenden korkun bence. Ayrıca aşık olmak, aşkı çözmek için işin felsefesini bilmeye gerek yok. Siz aşkı çözemeden aşk sizi çözer, merak etmeyin. Kasıntı, kuruntu, abartı tiplerden kurtulmak istiyorsanız seçim kriterlerinize "aşk"ı da ekleyin derim. En azından bu tür uyduruk, göstermelik "seçme" zorunluluğunun ortadan kalkacağı özgür zamanlara kadar böyle davranın.
Yani ez cümle, "parlamenter sistem", "başkanlık sistemi", "altılı veya üstülü masa" falan tamam da hiç aşık oldun mu be kardeşim? Dünyaya, evrene, insana, topluma, doğaya, diğer canlılara, ötekine hiç başka bir gözle bakmayı başardın mı? Yoksa dinlerin, ideolojilerin ve devletin kafana tıkıştırdıklarıyla mı yetindin bugüne kadar?
Ben olsam her yerde yüksek sesle bağırırdım: "Aşık olmayana, aşkı bilmeyene oy yok!"
* Edirne Cezaevi