İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM toplantısında yaptığı konuşmada, 1915 Çanakkale Köprüsü'nde firmalara taahhüt edilen garanti ödemelere tepki göstererek, "Biz ranta karşıyız. O rant devletin hazinesinden çıkıyor. Çelişkiler insanı bay kriz, 'Bu köprüler, yollar için milletin kesesinden 5 kuruş çıkmıyor' diyordu. Ancak Çanakkale Köprüsü açılışında kendisini yalanladı. Köprünün geçiş ücretini 200 liracık olarak açıkladı. 'Geçen 200 liracık verecek ama üzerini devlet olarak biz tamamlayacağız' dedi. Nihayet gerçeği kendi sesinden itiraf etti. Müteahhit firmalara, yıllık 246 milyon avroyu garanti ettiler. Bitmedi. Sözleşmeyi imzaladıkları gün, avro 4 lira 80 kuruştu. Bugünse, 16 lira 40 kuruş. Daha inşaat devam ederken, maliyet 3 buçuk kat arttı. İşte size, Ak Parti’nin, bir yandan vatandaşa 'dövizini bozdur' çağrıları yaparken, öbür taraftan yandaşının eline avrocukları sayan, üstün yönetim anlayışı" dedi.
Furkan Vakfı üyelerine yönelik polis saldırısına da tepki gösteren Akşener "Yani asıl mesele dindar olmak değil, yandaş olmakmış" yorumunda bulundu.
Akşener'in gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunduğu konuşması şöyle:
BİZ BU TAŞIN NASIL KONULDUĞUYLA İLGİLİYİZ: Biliyorsunuz 1915 Çanakkale Köprüsü'nün açılışı yapıldı. Ülkemizde taş üstüne taş koyan herkesten Allah razı olsun. Ancak biz bu taşın nasıl konulduğuyla da ilgileniriz. Biz projeye değil ranta karşıyız. Milletimizin helal parası haramzadelerin cebine giriyor. Bay kriz proje görünümlü tezgahlar üzerinden milyonlarca doları rantın beş atlısına bir çırpıda ödüyor. İşte bizim karşı olduğumuz şey bu soygundur. Bizim karşı olduğumuz şey bu adaletsizliktir. O rant devletin hazinesinden çıkıyor. Çalışanlarımız, emeklilerimiz, esnafımız, çiftçilerimiz pahalılıkla, yoklukla mücadele ederken bay kriz milyonlarca doları rantın 5 atlısına ödüyor. Bizim karşı olduğumuz şey bu soygundur.
ASGARİ ÜCRETE ZAM YAPILIRKEN LİRAAA, BEŞLİ ÇETENİN BORCUNU SİLERKEN LİRACIK: 'Bu köprüler, yollar, tüneller için devletin yani milletin kesesinden 5 kuruş çıkmıyor' diyordu. Bu arkadaşımız daha nice konuda yaptığı yine kendi kendini yalanladı. Köprünün geçiş ücretini 200 liracık olarak açıkladı. 'Geçen 200 liracık verecek ama üzerini devlet olarak biz tamamlayacağız' dedi. Nihayet gerçeği kendi sesinden itiraf etti. Törene katılan vatandaşlarımız pahalı dese de zamanında, emeklilerimize seyyanen zam yaparken, 'iki yüz liraaa' diyerek büyüttüğü rakamı, köprü geçişinde 200 'liracık' ilan etti. Vatandaşa verirken 'liraaaaa', vatandaştan alırken 'liracık'… Asgari ücrete zam yaparken 'liraaa', eşe dosta yandaşa dağıtırken, 5’li çetenin vergi borcunu silerken liracık. Biliyorsunuz gemilerde ikiye ayrılıyor gemi, gemicik.
YILDA 16,5 MİLYON ARAÇLIK GEÇİŞ GARANTİSİ VERİLDİ: Çanakkale’de, adalar hariç iki yaka arasında, feribotlar, günde 7 bin araç taşırken, bu köprüye, günlük 45 bin araç garantisi verilmiş. Şaka gibi, ama maalesef gerçek. Bu matematik üstadı arkadaşlar, günde 45 bin, yılda 16 buçuk milyon araçlık garanti verdiler. Yani, müteahhit firmalara, yıllık 246 milyon avroyu garanti ettiler. Bitmedi. Sözleşmeyi imzaladıkları gün, avro 4 lira 80 kuruştu. Bugünse, 16 lira 40 kuruş. Daha inşaat devam ederken, maliyet 3 buçuk kat arttı. İşte size, Ak Parti’nin, bir yandan vatandaşa 'dövizini bozdur' çağrıları yaparken, öbür taraftan yandaşının eline avrocukları sayan, üstün yönetim anlayışı. İşte size, bitmeyen bir yerli ve millilik edebiyatı arasından milletin hazinesini dövizle borçlandırmakta hiçbir sakınca görmeyen, AK Parti zihniyeti.
NEDEN BİR LİRALIK İŞİ BEŞ LİRAYA YAPIYORSUNUZ: Ben, neden köprü yaptınız demiyorum. Ben, Hong Kong’la Çin’i bağlayan köprünün, kilometre maliyeti, 360 milyon dolarken, Bay Kriz’in yaptırdığı köprünün, kilometre maliyeti, neden 900 milyon dolar, diyorum… Ben, neden yol yaptınız demiyorum. Ben, neden bir liralık işi, beş liraya yapıyorsunuz diyorum. Ben, milletimizin alın teriyle, fedakarlıklarla doldurduğu hazineyi neden müteahhitlerinize peşkeş çekiyorsunuz diyorum. Çünkü biz bu filmi, daha önce de izledik. Osmangazi Köprüsü'nün durumu ortada. İşte o nedenle, aynı soygun modeliyle yapılan Çanakkale Köprüsü’nü de, sanki hafızamızı yitirmiş gibi, görmezden gelemeyiz.
İNSANLAR ÇİLE ÇEKİYOR SAYIN ERDOĞAN: İktidar mensupları lüks salonlardan dışarı çıkamazken biz, memleketimizi 2 yıldır karış karış geziyoruz. Milletimizin sesine ortak oluyor, dertlerine çözümler geliştiriyoruz. Geçtiğimiz hafta da İstanbul Şile’de ve Aydın’daydık. Gördük ki, iktidarın büyüme masalları Şilelileri de, Aydınlıları da teğet geçmiş… Şile’deki pastaneci kardeşim 'şeker bulamıyoruz' diyor. Bir eczacı kardeşim 'birçok ilacı bulamıyoruz' diyor. 'Fiyatlar sürekli artıyor, hastalar bize patlıyor' diyor. Sağlığın veresiyesi mi olur? Ama eczanelerdeki veresiye defteri, her geçen gün kabarıyor. Şarküteri sahibi bir esnaf kardeşim 'dükkanın günlük gideri, 800 lira. Ama şu saate kadar sadece 250 gram peynir satabildim' diyor. Dört aydır kirasını ödeyememiş. Nasıl ayakta kalacağını soruyor. Bu sorular bana değil, sana Sayın Erdoğan. Sen sarayında rahatsın. Beş maaşlı, on maaşlı saray insanları da evlerinde rahat. Ama bu insanlar cevap bekliyor. Bu insanlar, çare arıyor. Bu insanlar, çile çekiyor Sayın Erdoğan. Turizmden tarıma, birçok imkana sahip Aydın’da da işsizlik, yoksulluk ve pahalılık almış başını gitmiş.
BÖYLE REZALET GÖRÜLMEDİ: Abuk sabuk replikleriyle öne çıkan Bakan Nebati'nin bizzat kendisi vardı. Gözlerine bakılamıyor, ışık var. Rahat olun, bürokrasiyi alaşağı ederiz arkamızda cumhurbaşkanı var dedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi böyle bir rezalet, böyle bir cıvıklık görmedi. Ülkemizde bir devleti kabahati olduğunun kanıtı. Neresinden bakarsanız bakın, bu ucube sistemin ucubeliğinin bundan daha iyi anlatımı olamaz. Bunlara artık şaşırmıyoruz. 20 sene geçmesine rağmen ne Sayın Erdoğan ne fevkalade nitelikli arkadaşlar bir türlü devlet kavramını özümseyemediler. Devlet kurumları Erdoğan'ın kişisel kurumları oldu. Devletimiz olabildiğince zayıflarken, kişiler şahlandı. Her alanı Erdoğancıkların istila ettikleri bir tavırla mücadele ediyoruz.
ASIL MESELE DİNDAR OLMAK DEĞİL, YANDAŞ OLMAKMIŞ: Maalesef artık bugün, Türkiye’de ne modern bir devletten ne de eşit vatandaşlıktan bahsedemeyiz. Bunun çok acı bir örneğine geçtiğimiz günlerde Adana’da şahit olduk. Biliyorsunuz Sayın Erdoğan, başörtülü bacıları konusunda çok hassastır. Her fırsatta başörtülü kadınlarımızın hakkından, hukukundan bahseder. Biz sanıyorduk ki, Erdoğan için bu ülkenin tüm dindar kadınları birer kız kardeştir. Başı açık kadınlarımız için ne düşündüğü zaten İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasıyla ortadadır. Meğerse işin aslı öyle değilmiş…
Meğerse başörtülü olmak, dindar olmak, Müslüman olmak, Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için yeterli bir kriter değilmiş. İşte biz Adana’da, tüm çarpıcılığıyla aslında bu gerçeği gördük. Adana’da yaşananlar, bize gösterdi ki, Erdoğan’ın bacısı olmak için başörtülü olmaktan önce kendisine tabi olmak gerekliymiş. Yani asıl mesele dindar olmak değil, yandaş olmakmış. Başörtülü kadınlarımızın hukuku, AK Parti’ye oy verdikleri sürece kutsalmış… Yani, oyunu basarsan baş tacısın, itiraz edersen copu yersinmiş. Bu ülkenin dindar kadınlarının omuzlarında iktidara gelip, o kadınları coplatarak iktidardan çekip gitmek… Şu ironiye bakar mısınız? Gerçekten ibretlik. Hani bağırıyor ya boğazından ses çıkara çıkara 'Kimler kimlerle berabermiş... İşte burada görüyoruz. Demek ki ettiğini görmeden ahirete görmek yokmuş.
GÖÇ TABLOSUNU BİZZAT ERDOĞAN TASARLADI: Bugün ülkemizde, ciddi bir göç politikası sorunu var. Sakın ola, mevcut durumun gelişi güzel ve kontrolsüz bir şekilde ortaya çıktığını düşünmeyin. Hatalar üzerine rastgele oluşmuş bir problem olduğunu sakın düşünmeyin. Tabloyu, bizzat Erdoğan istedi ve bizzat kendisi tasarladı. Her zaman olduğu gibi, yine, devletin, bütün kurumsal değerlerini ve hafızasını hiçe sayarak, bilerek ve isteyerek; Türkiye’nin göç politikasındaki felsefeyi, Türk Milleti dışındaki herkesi, memnun etmek üzerine kurdu.
Bu politika, öncelikli olarak, ülkemizin kaynakları ile okuyan, başarılı ve nitelikli insanlarımızın, batı ülkelerine gönderilmesini hedefliyor. Milletimizin senelerdir, dişinden tırnağından arttırarak kurduğu okullardan mezun olan pırıl pırıl doktorlarımız, mühendislerimiz ve akademisyenlerimiz, bilinçli bir şekilde yurtdışına gitmeye zorlanıyor. Bu muazzam insan kaynağından da, Batılı ülkeler ziyadesiyle faydalanıyor. Yetişmesi için tek kuruş ödemedikleri doktorlarımızı, mühendislerimizi, iyi yetişmiş evlatlarımızı kendi ekonomilerinin hizmetine sunuyorlar. Olabildiğince vasıfsız bir iş gücü de ülkemize sızıyor. Senin doğurduğun başında dikildiğin, iyi okullar için gayret ettiğin o evladının bugün bu ülkeye hizmet etmesini Erdoğan istemiyor. Bay krizin kurduğu kölelik sistemi bu kontrolsüz göç sistemine dahil oluyor. Bu kontrolsüz göç bilerek, bilinçli bir şekilde ortaya konan bir politikadır. Böyle konular siyasi rant konuları değildir. Lütfü başkan görevinin getirdiği sorumlulukla sizi işinizin başına çağırdı. Biz sığınmacılara vicdansızlık edilmesini de istemiyoruz. Sığınmacıların bu ülkeye gelmesinin tek sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan'dır. Onlara karşı kullanılan düşmanca söylemlere de karşıyız. Sayın Erdoğan'ın değirmenine su taşır. Burada asıl eleştirilmesi gereken; İktidarın göç politikası, ve Türkiye’yi yarı sömürge hâline getirmeyi amaçladığı, çarpık stratejisidir.Bu strateji rafa kalkmadan, ve uygulanan göç politikası değiştirilmeden sonuç alamayız. Vicdan ile öfke arasına sıkıştırılmış bir tartışmanın, içine çekilmenin, manası da, milletimize herhangi bir faydası da yoktur."