Sait Dede: Muhtemelen yargı da Şemdinli Olayı sanıklarına iyi çocuk muamelesi yaptı
HDP Hakkari Milletvekili Sait Dede, TBMM'de yaptığı konuşmada Şemdinli Olayı ile ilgili verilen mahkeme kararına değindi.
HDP Hakkari Milletvekili Sait Dede, TBMM'de görüşülmekte olan torba yasa teklifinin 3'üncü maddesi söz aldı.
Dede, burada yaptığı konuşmada anayasal düzenlemenin "Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir" dediğini ancak yargının geldiği aşamanın tam tersi olduğunu ifade ederek, "İktidar tarafından, kendisinden olmayan herkese karşı baskı ve tasfiye amacıyla yargının araç olarak kullanıldığını görüyoruz. Muhalifler için siyasi alan yargısallaştırılarak, siyasi meseleler yargının tasarrufuna bırakılarak, siyasi alan daraltılmış ve yargı, siyasi karar merci hâline gelmiştir. Eli, gözü, kulağı, saraydan gelecek talimatı bekleyen ucube bir sisteme dönüşmüştür yargı; yargının ne bir tarafsızlığı ne bir bağımsızlığı kalmamıştır" dedi.
"Bir toplumda adalet duygusunun yerleşmesi ve huzurun sağlanması önemli oranda toplumsal kesimlerin, yargının verdiği kararların bağımsız ve tarafsız bir şekilde verildiğine inanmalarına bağlıdır ancak Türkiye'de maalesef durum böyle değildir" diyen Dede sözlerine şöyle devam etti:
"Türkiye'de ne adalet sistemine ne yargının bağımsızlığına zerre kadar inanç kalmamıştır. Maalesef bu da son derece haklı bir düşüncedir çünkü bunun sayısız örneği vardır. Bakın, çarpıcı bir örneğe geçen haftalarda tanık olduk, sizinle paylaşmak istiyorum: 20 Aralık 2021 günü kamuoyunda "Şemdinli davası" olarak bilinen yargılamanın karar duruşmasındaydık, Umut Kitapevini bombalarken suçüstü yakalanan ve yargılandıkları davada 2 defa otuz dokuz buçuk yıl ceza alan astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ve itirafçı Veysel Ateş Van 1. Ağır Ceza Mahkemesinde tekrar görülen duruşmalarında beraat ettirildiler. Hatırlarsınız, 9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli'de patlayan bir bomba neticesinde Türkiye'nin ikinci Susurluk vakası olarak nitelendirilebilecek birtakım derin ilişkiler ortaya çıkmış, özellikle halk tarafından yakalanan faillerin asker kişiler olması nedeniyle bütün dikkatler oraya çekilmişti. Olayın ardından bizzat Başbakan ve muhalefet liderlerinin "Ucu kime dokunursa dokunsun olaylar mutlaka aydınlatılmalı." şeklindeki değerlendirmeleri sağduyulu kesimlerce benimsenmiş, derin devlet olarak tabir edilen ve ilk kez Susurluk'ta ortaya çıkan bu yapılanmaların ortaya çıkarılması için bir fırsat olduğu düşünülmüştü ama ne yazık ki bu da böyle olmadı. 1 yurttaşın yaşamını yitirdiği, 1'inin de yaralandığı saldırının failleri beraat ettirildi; hem de suçüstü yakalanmış sanıklar. Şemdinli çarsısında gerçekleşen patlamanın keşfi patlamadan ancak altı saat sonra yapılabildi. Bu keşif de bir uzman çavuşun halkın üzerine ateş açması sonucu yine 1 yurttaşın öldürülmesi, 4 yurttaşımızın yaralanmasıyla yarıda bırakıldı.
Peki, hakkında beraat kararı verilen sanıkların araçlarında yapılan keşifte araç içinde neler bulundu? 3 adet Kaleşnikof tüfek, hücum yeleği, 2 adet Alman yapımı el bombası -daha sonra yapılan kriminal incelemede araçta ele geçirilen el bombalar ile Seferi Yılmaz'ın iş yerine atılan bombaların aynı cins bombalar olduğu ortaya çıktı- aşiretlerin ve aşiret reislerinin isim listesi ve ikametleri, Şemdinli'de bulunan DTP örgütlenmesinde yer alan yurttaşların fotoğraflarının bulunduğu bir liste ve yine, bombanın atıldığı dükkânın sahibi Seferi Yılmaz adına düzenlenmiş nüfus kayıt örneği, Seferi Yılmaz'ın fotoğraflarının da bulunduğu "Konutta kalanlar" başlıklı 2 adet liste, Seferi Yılmaz'ın fotoğraf fotokopilerinin bulunduğu bilgi notu, 4 adet kroki ve diğer dosyalarda telefon numaralarının bulunduğu liste, yine, bombanın patlatıldığı Özipek Pasajı ve Umut Kitapeviyle ilgili yolların krokileri. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı ne demişti? "İyi çocuktur, tanırım." demişti, muhtemelen yargı da bunlara iyi çocuk muamelesi yaptı. Yine, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 11 Kasım 2005'te "Nereden gelirse gelsin, kim tarafından yapılmış olursa olsun, kim yapmışsa bunun bedelini ödeyecektir; bizden kimse bir kayırmacılık, bir korumacılık yürütme olarak beklemesin. Yargı, üzerine düşeni en ideal şekilde yapacaktır." demişti ancak kayırmacılığın, katil korumacılığının âlâsı yapıldı. Davanın en başından sonuna kadar, suçüstü yakalanan derin yapının ceza almaması için yoğun bir çaba sarf edildi. Normal soruşturma prosedürü işletilmedi. İddianame mahkemede bile sansürlenerek okundu. Davalar nakledildi, sanıklara ordu tarafından atanan avukatlarla kamusal bir koruma getirilerek devletin bütün olanakları seferber edildi. Bakın, burası çok önemli "FETÖ mahkemelerinin verdiği bir karardır." denilerek verilen cezalar bozuldu ve sanıklar beraat ettirildi.
İşinize gelince "FETÖ" deyip katilleri salıyorsunuz, işinize gelmeyince FETÖ mahkemelerinin kumpas davalarını siyasi çıkarlarınız için kullanıyorsunuz. Eğer FETÖ davalarıysa şu an binlerce insan yine, bu FETÖ'cü hâkimlerin verdiği kararlar yüzünden cezaevinde tutuluyor. Bir taraftan, bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen bir bombalı saldırının failleri güvenlik güçleri olunca salıverilirken, katiller yargı tarafından cezasızlık zırhıyla alabildiğince korunup kollanırken; diğer taraftan, bakın, sadece siyaset yaptığı için, demokratik, özgür bir yaşam dilediği için, düşüncelerini dile getirdiği için Hakkâri Milletvekilimiz Leyla Güven'e altı yıl üç ay, sonra yetmedi yirmi iki yıl üç ay, sonra yine yetmedi beş yıl ceza verildi; yine, Yüksekova Belediye Eş Başkanımız Remziye Yaşar'a hukuk katledilerek on yedi yıl altı ay ceza verildi; yine, Eş Başkanımız İrfan Sarı'ya yedi yıl altı ay ceza verildi. Şimdi, Kürt halkının seçilmişlerine yönelik sayısız örneklerle dolu siyasi kararlar, sonra "Kürt düşmanısınız" deyince de kızıyorsunuz."