İHD Hakkari: Kadınlar barış istiyor
İnsan Hakları Derneği (İHD) Hakkari şubesi, her ay gerçekleştirdiği Barış nöbetini bu hafta “Kadınlar Barış İstiyor” şiarıyla yaptı.
İHD Hakkari, her ayın ilk cuma günü yapmış olduğu “Barış Nöbeti” eylemini bu hafta 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla “Kadınlar Barış İstiyor” şiarıyla gerçekleştirdi.
Gerçekleştirilen adalet nöbetinde basın açıklaması yapıldı. Açıklamaya, ÖHD yönetimi ile İHD üye ve yöneticileri katıldı. Şube yönetim kurulu üyesi Nezahat Saygı’nın okuduğu açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“İnsan Hakları Derneği olarak bir süredir yürüttüğümüz “Barış Nöbeti” etkinliklerimizi “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle “Kadınlar Barış İstiyor” sloganıyla gerçekleştireceğiz.
İnsan hakları savunucuları olarak özellikle çatışmalı bir bölgede yaşadığımızı da önemseyerek barışın bir hak olduğunu, her zaman dile getirdik. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 19 Aralık 2016 tarihli kararıyla Barış Hakkı Bildirisi’ni kabul etti. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin 22 Haziran 2017 tarihli kararı ile “barış hakkının” desteklenmesi gerektiği üye ülkelere hatırlatıldı. Barış istemek bir hak olarak tanımlandı. Barışı savunmanın bir insan hakkı olduğu belirlendi.
Barış talebi aynı zamanda medeni ve siyasal haklarla; yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ile de son derece ilgili bir talep. Bu nedenle İHD, barışın insan hakları ve insan özgürlüklerine dayalı olduğunu daima kabul etti.
Bizlerin yaşadığı coğrafya etnik, dilsel, dinsel ve kültürel olarak çok farklı kimliklerin yaşadığı bir coğrafya. Ancak maalesef ki Türkiye’de yerleşik resmi ideoloji sadece Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel almış ve bu ideolojiye uygun bir siyasi sistem oluşturmuş. Bu nedenle de farklı etnik, dilsel, dinsel ve kültürel kimlikler her zaman sorun yaşamışlar coğrafyamızda; ya yok edilmişler ya asimile edilmişler ya da yok edilmeye çalışılmışlar. Bu nedenle “barışın” coğrafyamızda, önemli bir hak talebi olduğu, çok net olarak ortaya çıkmakta.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, coğrafyamızın temel meselesi durumunda olan Kürt sorunu konusunda, bugüne kadar diyalog ve müzakereye karşı, çatışma yöntemini benimsemiştir. Çatışma ve savaş yönteminin devlet tarafından tercih edilmesiyle birlikte, baskı ortamında şiddetin öne çıkması, beraberinde nefret dilinin gelişmesi, kadına yönelik şiddetin artması, kadın cinayetlerinin önlenememesi ancak bu şiddet ortamıyla izah edilebilir.
Bugün dünyanın birçok bölgesinde de maalesef savaşlar devam etmektedir.
7 Ekim 2023 tarihinde İsrail Devletinin Filistin topraklarında yürüttüğü savaş ve operasyonlarda, yine yaşam hakkı ihlalleri başta olmak üzere en çok kadınların çok boyutlu hak ihlallerine uğradığına tanıklık etmekteyiz. Rusya’nın Ukrayna işgali, Libya’da iç savaş, Suriye’de yaşanan iç savaş, Rojova’da yaşanan çatışma… Bu savaşlar ve çatışmalar, BM’nin barışı sağlama yönündeki görevini yerine getirmediğini göstermekte ve bu nedenle savaş ve çatışmalı ortamlar devam etmektedir. Maalesef ki bu coğrafyalarda en büyük acıyı da kadınlar ve çocuklar yaşamaktadırlar.
Kadınlar tüm savaşlarda cinsel şiddet yaşamışlar, cinsel işkenceye maruz kalmışlar. Ancak bunların savaş suçu olarak değerlendirilmesi konusunda çok geç kalınmıştır. Özellikle 1.ve 2. Dünya Savaşı’nda çok sayıda kadın, cinsel saldırılar nedeniyle mağdur olmuş, yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu savaşlardan sonra kurulan Tokyo ve Nuremberg Mahkemelerinde maalesef ki kadına yönelik şiddet, savaş suçu olarak değerlendirilmemiştir. Ancak Bosna Savaşı’ndan sonra kadınların mücadeleleri sonucunda kadına yönelik şiddet bir savaş suçu olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Coğrafyamızda yaşanan savaş ve çatışmalı ortam nedeniyle binlerce kadın mağdur olmuştur. Maalesef ki kadınlar ev baskınlarında, köy baskınlarında, gözaltı merkezlerinde ya da cezaevlerinde yoğun şiddete maruz kalmaktadırlar. Devletin kullandığı şiddet fiili ve şiddet dili erkek egemen şiddetin toplumda da yaygınlaşmasına neden olmakta ve bu sebeple evler, sokaklar, iş yerleri her yer kadınlar için güvensiz ortamlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Yaşanan Suriye Savaşı nedeniyle, coğrafyamızda sığınmacı göçü olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Mülteci Hakları Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceler ve toplumsal olarak ırkçılığın çok yaygınlaşmış olması sığınmacı kadınların da çok büyük sorunlar yaşamalarına, şiddete maruz kalmalarına neden olmaktadır.
Böylesine çatışmalı ortamlarda kadınların barış istemekten başka hiçbir çareleri yoktur. İnsan Hakları Derneği olarak daima barış hakkını savunduğumuz gibi barışçıl anlamda birçok mücadelenin de öncüsü olmaya çalıştık. Barış için yıllar boyunca çok etkinlikler düzenledik. Şimdi de “Barış Nöbeti” tutuyoruz. Barış nöbetlerinde barışın çok önemli bir insan hakkı olduğunu temel bir hak olarak kabul edilmesi gerektiğini dile getiriyoruz. İşte bu barış nöbetlerimizi bir Barış Konferansı’yla taçlandırmaya karar verdik. 16 ve 17 Mart tarihlerinde Amed’de düzenleyeceğimiz Barış Konferansı’nda barış taleplerimizi bir kez daha ve yüksek sesle dile getireceğiz. Bu seslerin büyük bir çoğunluğunu da kadınlar oluşturacak.
Bir kez daha 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde kadına yönelik şiddettin tamamen ortadan kalktığı, erkek egemen, feodal ve militer sistemin sorgulandığı yeni bir sürecin başlamasını diliyoruz. Bu nedenle de Barış Konferansımızın da bu taleplerimize öncü olmasını istiyoruz.”